Ali BADEMCİ
Maalesef bazı çalışmaları kısa tutmak mümkün olmuyor. Böyle bilgileri imkânı olan milliyetçi matbuatta yayınlama mümkün değildir. Çünkü köşe başlarını kimin adına hareket ettiği belli olmayan emanetçiler tutmuştur. Dolayısıyla yazılı basında intişarı mümkün değildir; ne yazık ki kendini alim sananlardan da böyle cevaplar aldık. O sebeble küçük bir Suriye bölgesi olarak Kuseyr sosyolojik yapısını bir yazı ile daha tamamlayacağız. Konunun iyice olgunlaşması gerekiyor. Bu saha çalışmalarına kıymet veren ve açıklamalar getirerek tenkid eden gönül dostum akademisyenlere açık beyanları için teşekkür ediyor, göstermelik adamları da kınıyorum.
Elbette, Hatay Anadolu Suriyesi’nin çok önemli bir parçasıdır. Devletimiz de bu işin şuurundadır. Taşrası ile çok ayrı özellikler arzeden Antakya ise çok eski ve köklü bir medeniyet merkezidir. Tarih ve sosyolojik bilgilerimizin dışında, dört semavi dinin kitaplarında da tamamlayıcı bilgi ve menkıbeler bulunmaktadır. Selçuklu devri ve öncesinde o sebeble bu bölgeye çok ehemmiyet verilmiştir. Tolunoğulları ve İhşidler’in, Karluk ve Kıpçak olgusu ile Selçuklu Oğuzları’nın bu bölge ve Antakya’ya ne kadar önem verdiklerini tarih kaynaklarından çok vazıh bir şekilde anlıyoruz. Türkî devirlerde Haleb’e bağlı olmasına rağmen Antakya’nın buranın arka bahçesi olduğu görüşlerine katılmak mümkün değildir. Bu görüş Antakya taşrası için ileri sürülebilir; fakat Antakya şehir merkezinin, Hıristiyanlık ve Musevilik için ne kadar önemli olduğunu bugünkü kültür kalıntıları ve sosyolojik manzaradan daha rahat anlayabiliriz. Konu ile ilgili çok sağlam arşiv bilgi ve belgeleri içeren akademik çalışmalar bulunmaktadır. Ayrıca Tahrir Defterleri, Osmanlı Salnameleri ve Kadı Sicilleri’nde dehşet denebilecek derecede belgeler vardır. Çok haberdar olmamamıza rağmen bu hususta Memlük (el-Türkiyye) kayıtları da çok önemlidir.
Daha evvel de konu ettiğimiz, zikri geçen arşiv kayıtlarından öğrendiğimize göre, Hatay’ın Yayladağı ilçesi dışında kalan güney ve güney doğu topraklarına, Reyhanlı Cisri-i Hadid’den (Demirköprü) bugünkü Şenköy’e (Şeyhköy) kadar uzanan dalgalı araziye Kuseyr denmektedir. Her ne kadar Altınözü ve Yayladağ arasında bulunan bugünkü Kozkalesi’ne Kala-i Kuseyr denmişse de Kuseyri Âilesi’nin adını, erenlerin sıfatından alan Şeyhköy esas Kuseyr merkezidir ve şimdi de içinde 17 veya 19 sanduka bulunan Şeyh Ahmed Kuseyri türbesi ve camii buradadır. Yesevizade, Şeyh Abdurrahman Savrani’nin oğlu olan Şeyh Ahmed Kuseyri’nin, Kuseyri adını bu bölge adından mı, yoksa bölge adının şeyhin adından mı kaynaklandığını bilmiyoruz. Fakat Arap kültüründe coğrafya adından ziyade başka hususları ifâde etmek için Kuseyr deyiminin ad olarak kullanıldığını biliyoruz.
Kıpçak-Karluk, Memluklu ve Osmanlı dönemlerinde Antakya ile Suriye’nin bağlantısı Haleb veya Kuseyr üzerinden sağlanıyordu. Cisrişuğur üzerinden Hama-Hums-Şam-Beyrut; Cisrişuğur sağından ayrılan bir yol da Bayır-Bucak ve Lazkiye’ye uzanıyordu. Fransızlar devrinde halkı münavebe ile çalıştıran işgal güçleri Antakya-Şeyhköy-Yayladağı-Bucak-Lazkiye yolunu açtılar. Dolayısıyla Yayladağı üzerinden Suriye’nin omurgası olan Halep-Hama-Hums-Şam-Golan yolu çok uzamış oldu. Hama-Hums’un kapısı olan Cicrişuğur, Kuseyr’e 10-12 km. iken Yayladağı-Bucak-Bayır-Cisrişuğur yolu 80 km.’ye yakındır. Bugün kapalı olan Halep Kapısı Cilvegözü yerine Antakya-Yayladağı yolu fevkâlede ihya edilerek burası kapı durumuna getirilmiş ve dolayısiyle hain Fransız icraatı takip edilmiştir. Esasında her bakımdan Suriye Türklüğü’nün en yakın kapısı Kuseyr-Kolcular kapısıdır ve bu yol tarihi İpek Yolu’dur. Şimdi bile küçük taşlar döşeli bu yolun kalıntıları yerli yerinde durmaktadır. Antakya’dan Hama ve Hums’a gitmek için kullanılan Kozkalesi-Kolcular yolu işte budur ve coğrafya olarak Kuseyr’i tamamen ortalamaktadır.
Osmanlı idari taksimatında Kuseyr olarak geçen bölgenin çoğu bugünkü Altınözü ilçemizin hudutları içinde kalmaktadır. Yeni belediyeler kanunu ile bazı Yayladağı köyleri de buraya bağlanmıştır. Yayladağı bölgesinin tamamına yakını halis Türkçe konuştuğu için ilk bakışta bu bölgenin jeoeetnik yapısı hakkında bir bilgi sahibi olabiliyoruz. Fakat Altınözü’nün 45 civarında olan önemli yerleşim merkezlerinin ancak 10’unda tek ve ana lisan olarak Türkçe konuşulmaktadır, geriye kalan 35 köyde ana lisan Arapça’dır. Elbette bu insanlarda Arap özentisi yoktur. Altınözü’de bir ilginç durum da Arapça’yı ana lisan olarak kullanan köylerden 2’si Hiristiyan Ortadoks 4’ü Alevî, geriye kalanlar ise Sünnî-Müslüman’dır. Bu yönü ile Bucak ve Bayır’dan Asi Nehri üzerinde bulunan Türkmenler’in “Uç-Uğur” kapısı anlamına gelen Suriye Cisrişuğur’a geldiğimiz zaman bir yandan kuzeyde İdlip-Halep, diğer yandan güneyde Hama-Hums hattındaki Arapça lisanı lehine jeoetnitizm kendini göstermektedir. Halbuki Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen kadim Türkmen hattı Kilis ilimizden itibaren bügunkü Suriye coğrafyasında doğudan itibaren Rakka ve Halep Türkmenleri (Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde Şamlular) adını almakta ve etnik olarak puslu görülen İdlip üzerinden Hama-Hums-Şam-Golan hattı olarak Suriye Türklüğü’nün şahdamarını ortaya koymaktadır. Türkçe ve Arapça ana lisan konusu tamamen Osmanlı iskânları ile ilgilidir.
Suriye’de 1200 yıl öncesinde başlayan Türk Hanedanlar devrinde devlet idaresi için Arapça konuşmak gibi Emeviler’den gelen bir mecburiyet ve Türkler’in dini geleneklerinden kaynaklanan bir eğilim veya zaruret mevcuttu. Bu sebeble başta konumuz Kuseyr olmak üzere Suriye etnitizmini lisan ile açıklayamayız. Eğer böyle bir yola gidersek hiç de Suriye kültür tarihi ile örtüşmeyen bugünkü çarpık görüşler içinde bocalar ve karar veremeyecek duruma düşeriz. O sebeble biz Suriye’de Türkmenler ve Bayır Bucak adlı yüzeysel eserimizde bu ülkede Türk nüfusunun %50’nin altında hiçbir zaman düşmediğini ve düşemeyeceğini dercettik. İşin aslı ve doğrusu budur. İşte elimizde Altınözü (Kuseyr) gibi küçük bir Suriye benzeri ünite var! Bugüne kadar kim bu bölge ve bilgiler üzerinde çalışmıştır?
Halbuki Mısır kayıtlarını çok iyi bilemiyorsak da elimizde Osmanlı Tahrir ve Mühimme Defterleri, Tezkire ve Kanunnameler, Kadı Sicilleri, salnameler gibi önemli devlet kayıtlarımız bulunmaktadır. Şu anda verdiğimiz bilgiler saha çalışmalarıdır; bugüne kadar şu üniversite enflasyonunda kim meselenin üzerine düşmüştür? Maalesef başımızda bir karacahiller ordusu durumunda bulunan akademisyen belâsı bulunmaktadır. Kimisi stratejist konumunda fetva veriyor kimisi de “Ben bir emanet taşıyorum” diye akademisyen olmayanlara tepeden bakıyor. Tabii ki akademi camiası bunlardan ibaret değildir; fakat çalışanlara da ya ustalığa kabul edilip kariyer verilmiyor veya sanki babalarının malı imiş gibi sahada çalışanları çemberin dışına atıyor. Ondan sonra da beceremedikleri işler için devleti suçluyorlar! Devlet önüne konan yanlış bilgileri siyasete uyarladığı için bugün Türkiye’nin eli boştur da kimse alimliğine toz kondurmuyor! Bunlar asli değil artık unsurlardır; ağır bir Emevi dönemin çapraşık İslâmi görüşlerinin etkisi altındadır! İşin bu yönlü ile Türklüğün böyle bir İslâmi anlayışa; kısaca rahle veya imam kültürüne ihtiyacı yoktur! Herkes kendi bildiğini okusun; imam şu anda çok ihtiyacımız olan imamlığını yapsın! Bırakın akademili alaylı demeden bilenler çalışsın ve görüşler olgunlaşsın!
Muhabbetle.