Ali BADEMCİ
Halk anlayışımızda “Sakalı Yoldurmak” tefsiri anlamda traş olmak değildir; tam aksine halkın sakala, karşı duruşunu ifade etmektedir. Halk arasına giriniz “Hacılar” ve yaşlıların dışında sakallı insan görebilir misiniz? Suriye ve Irak’taki çirkin savaşçılar tıpkı bizdeki gayretkeşler gibi sakallı! Âdeta aydın olmak sakallı olmayı gerektiriyor! Anlamak mümkün mü? Nerede kalmış o “Sinek kaydı” traşlı beyaz gömlek ve kırmızı kravatlı Cumhuriyet aydınları!
SAKALINI YOLDURMAK
Biliyoruz ki bizim geleneklerimizde sakal bırakma âdeti yoktur; uzun saç ve bıyık, ancak Türk örfüdür. Türkler ile karışmış olan Moğollar önce dazlaktı ve saçlarını kesiyorlardı, fakat bir şark geleneği olarak sakal bırakmıyorlardı! Buhâri açıklamalarında zamanın Asya’sında sakal geleneği olmadığı uzun uzun anlatılmaktadır. Buna karşılık Ön Asya ve Arabistan’da sakal bırakmak İslâm’dan önce de vardı! Hatta İran’da şehirli Müslümanlara bu gelenek onlardan geçti, ilginçtir ki muharip Farslar Arap kumandanlara imrenip sakal uzatmadılar, çünkü eski inançlarında sakal bulunmuyordu; ama İslâmi dönemde İran ile birlikte Maveraünnehir’e geçen sakal geleneği sür’atle yayıldı. Dolayısiyle sakal işi Türkler’e de Tacikler’den geçti ama ilk müslüman Türkler’in bu geleneğe uyduğuna dair elimizde sağlam bilgiler yoktur! Kendisi şarklı olan İmam-ı Azam’ın, diğer ehli sünnet mezheplerine göre görüşü farklıdır; sakallı bir Müslümanın sakalını kesmesi mekruh addedilmiş, diğer sünnetler gibi sakal işinin de akıldan geçirilmesini tavsiye etmiştir. Buradan şunu anlıyoruz ki her hangi bir icbardan ziyade herkesin şeklinde serbest bırakılması esas alınmıştır! O sebeble bizim Selçuklu ve Osmanlı sultanları genellikle sakalsız olup en azından böyle bir gelenek oluşmamıştır!
Peygamber Efendimiz’in sadece Türkiye’de 1818 adet “Sakal-ı Şerif”i bulunduğu rivayet edilmiştir de, mübarek yüzlerinin sakallı olduğuna dair kesin bilgilere sahip olmadığımız gibi en azından bir ısrar bulunmamaktadır! Fakat şurası bir gerçektir ki hangi sebeplerden kaynaklanırsa kaynaklansın İslâm’ın zuhurunda sakal Araplar arasında kuvvetli bir cahiliye devri gelenektir! Hz. Muhammed’den sonra da “Sakal”ın daima “Sünnet” olup olmadığı tartışılmıştır; bu konuda “Farz” olduğu görüşleri ise bir ifratdır, çünkü Kur’an gibi ciddî bir kaynağı bulunmamaktadır!
Sakalın “Sünnet” olduğunu kabul eden Buharî ele gelecek şekilde bir tutamdan az bırakmayı şiddetle men’ediyor! Yani sakalın bir insan avucunu dolduracak uzunlukta olması gerekiyor! Hz. Aişe’den bir rivayet: “On şey fıtrattandır (yaratılıştan olması gereken âdetlerdendir): bıyığı kısaltmak, sakalı bırakmak, misvak kullanmak, buruna su çekmek, tırnakları kesmek, parmak aralarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, etek tıraşı olmak, istinca ve istibra.” (Müslim, Tahare 56; Neseî, Zinet 1). İslâm’da sakala temel kabul edilen bu rivayetin doğru olduğu bile malum değildir; olsa da lâzım olan zamanın geleneklerinden sayılmıştır! Sonradan çıkan tartışmalarda sakal yolmak kadınlığa özenti gibi telâkki edilmiştir ki, böyle bir şeyin düşünüldüğü İslâm kültüründe vaki değildir! Aişe rivayetinde olduğu gibi temizlik anlayışından kaynaklanmıştır.
Osmanlı’nın son döneminde gayri müslimler ve eski bir gelenek olarak Hicaz’a gidip gelenler daha yaygın solarak sakal bırakıyordu, ki “Rahmani-Şeytani” sakal mefhumu da buradan çıkmıştır! Bugün bir batı geleneği olan “Makyaj” hıristiyanlıkta yok, erkek de dahil olmak üzere boya geleneği “İslâmi”dir; kadın ve erkeğin boyanma şekilleri de “Yakışan” anlamında geleneklerden kaynaklanmaktadır! Batılılaşma döneminde Avrupa’ya sakalsız giden entelektüeller sakallı dönmüştür; halbuki Avrupa’da böyle bir aydın geleneği bulunmuyordu! Tabii olarak ilmiye sınıfının sakal bırakması başlı başına ayrı bir meseledir.
Şimdi ülkemizde herkes sakallı, “Kirli sakal” ile işe başlayanlara uyarak gençler bakımsız ve pis sakal bırakıyorlar! Kravat geleneği de şimdiler yakaları açık gömlek işine döndü! Başlangıçta artistler hem sakal bırakıyor hem de haram olan “Döğme” yaptırıyorlardı, şimdilerde gençlerin çoğu döğmeli! Son 15 yılda hemen hemen bütün İslâmcı yazarlar sakallı, kravata karşı da belli bir duruş bulunuyor! Anlayacağımız baş örtüsünden sonra sakal bırakmak artık siyasi bir sembol haline gelmiştir! Halbuki âdetlerimize göre erkeğin sakal bırakması için eşinin iznini alması gerekiyor, ama “Siyasi İslâm”da kadın mefhumu yoktur. Şükür ki Cumhurbaşkanı ve Başbakan böyle değildir; bakan damat Albayrak’a da sakal hiç yakışmıyor!
Şahsen milliyetçi gençlere sakalı hiç yakıştırmayanlardanım. Okularında ve mahallelerinde şöyle traş olup da çiçek gibi olsalar ne olur! Bu da bir duruş değil midir? Kravat geleneği bir cumhuriyet olgusudur; hatta gençlerin yüzlerini temizlemesi ve aydınlık görülmeleri de cumhuriyetçiliktir. Türkeş Bey ülkücülere temiz giyimli ve düzenli bir duruşu tavsiye etmiştir! Milliyetçilikte başka milletlerin geleneklerine özenti olmadığı gibi kendini boş bırakmak da çağımıza uymamaktadır.
Halk anlayışımızda “Sakalı Yoldurmak” tefsiri anlamda tıraş olmak değildir; tam aksine halkın sakala, karşı duruşunu ifade etmektedir. Halk arasına giriniz “Hacılar” ve yaşlıların dışında sakallı insan görebilir misiniz? Suriye ve Irak’taki çirkin savaşçılar tıpkı bizdeki gayretkeşler gibi sakallı! Âdeta aydın olmak sakallı olmayı gerektiriyor! Anlamak mümkün mü? Nerede kalmış o “Sinek kaydı” traşlı beyaz gömlek ve kırmızı kravatlı Cumhuriyet aydınları!
İyi pazarlar.