Ali BADEMCİ
İran’da elbette nüfusun yarısını teşkil eden Türkler akıllı davrandı ve duygusal olmadı! “Traktör”, “Cadillak”ı solladı diyebiliriz! İşte Türkiye de bir türlü bu rüzgardan sıyrılmalıdır. İran kuzey ve kuzeydoğu hudutları korudu; fakat bizim ülkemizin 3,5 tarafı çevrili ve güneyimiz dünyanın barut fıçısı Ortadoğu! İşte bu yangını incelerken tarihten ziyade sosyolojiye eğilerek yeni kavramları doğru anlayacağız. Bunu yapmadan çok şey yerine oturmuyor ve kalıbın birkaç yanı boş kalıyor. Suriye ve Irak’ın tarihi defalarca okunmalı, demografideki manipülasyonlar detayı ile incelenmelidir. Savaşı önce ilim sonra askerler kazanır, bitmeyen savaşın mihenk taşı Türkler’in Suriyesi sadece devletin değil herkesin masasında olmalıdır.
YENİ KONSEPT SAVAŞ
Dünya çok hızlı dönüyor; modern hayat yaşama şeklinde demirlemiş küresel güçler artık sıcak savaşlara girmiyor; fakat bir türlü de meydandan çıkmıyorlar. Elbette taşeronlar kullanıyor; lâkin bunlar haritalarda gösterebileceğimiz cinsten devletler veya ülkeler değildir: Meydancılar. Afganistan örneğinde olduğu gibi bazı ülkelere hükmedilse bile toplumları zayıf yerleri kaşınarak yaralarını azdırıyorlar. Elbette küresel güçlerin büyük coğrafya ve ülkelere tahammülü yoktur. Eski usulde bölüp-parçalayıp yutulacak lokma haline getiriyorlar! Böyle bir yolda insan kaybetmiyorlar, epeyce masraf ediyorlar ama, Irak örneğinde olduğu gibi, ilk fırsatta misli misline tahsil ediyorlar. İşte bu sebeble büyük güç olarak ABD ve Avrupa, hiçbir şekilde meydan ve paylaşım masalarından çekilmiyorlar. Dolayısiyle savaş üstü yeni bir durum ortaya çıkmıştır; dünyayı dizayn etmek peşinde olan küresel güçler çok rahatlıkla ikiyüzlü davranabilmektedir. O sebeble savaş hile de olsa, dilimizdeki “Harbî” deyimi her halükârda mertliği ve yiğitliği ifade etmektedir. Küresel silâh üreticileri silâhı kendi toplumu veya ordusu için değil, yeni konsept terörist örgütlere satıyor veya hibe ediyor! O sebeble iki türlü kârlı durumdadırlar; silah sanayii, elektronikleşme hızla gelişiyor! Elbette uzay çalışmalarının da bu gelişmeleri kuvvetle desteklediğini ifâde etmeliyiz.
Soğuk savaş dönemi, geçen asrın sonundan itibaren XXI. yüzyıla çok önemli sosyal gelişmeler devretti. Kapitalizm sür’atle liberalizmden uzaklaştı ve küreselleşen dünyada bir anda savaş stratejisi, doktrinler, literatür alt-üst oldu. Önce ekonomik olduğu sanılan ve çok ciddiye alınmayan küreselleşme gittikçe ulusal devletleri tahrib ederek milliyetçiliğin tahtını salladı. Fakat lokomotifi emperyalizm olan yeni bir milliyetçiliği arkasından bütün ağırlığı ile sürükledi. Eskimiş modernizm kendini postmodernizm kucağına atarken algılama yöntemleri ile sağlam toplum yapıları bozuldu, milli kültür tezahürleri rafa kalkmaya başladı. Milletlerarası mücadelede hibrit-psikolojik savaşlar başladı ve ekonomik olarak güçsüz olan milliyetler sür’atle değer kaybetmeye başladı. Artık silâh satanlar imparator oluyordu ve güçlü ekonominin müreffeh insanları ölmüyordu. Bu evrede güçsüz ekonomiye sahip İslâm milletleri tam olarak hedef haline geldi, “İsalâmofobi” Avrupa’da “Barbar Türkler” deyiminin yerini alırken, işin liderliğini de Amerika yaptı. Böylece asimetrik ve vekalet savaşları yegane savaş doktrini haline geldi. Yeni deyimler ve yeni konsept Afganistan ve Irak’tan sonra 2010’lardan itibaren hızla Suriye’yi işgal etti! Başta Türkiye ve yeni savaşları iyi algılamayan ülkeler işin üç ayda biteceğini düşünmüştü. Aslında Amerika’nın asıl hedefi İran’dı ve burayı “Şeytan Üçgeni”nin bir ayağı olarak görüyordu. Fakat homojen yapısına rağmen Humeyni İhtilâli dünyayı şaşırttı; kısa sürede çökeceği sanılan İran ekonomisi ve paramparça olacağı hesap edilen İran kuvvetli direnç gösterdi ve boyun eğmedi.
Şimdi aynı şeyi Türkiye yapacağa benziyor; bütün düşüncelerin aksine Amerika’nın peşine takılmayı bırakarak Suriye’ye girdi ve Irak’a da kuvvetli mesajlar gönderdi; böylece 35 yıldan beri önlenemeyen bölücülük sür’atle kan kaybetti. Amerika şimdi Suriye’yi verme pahasına bu ölüyü diriltmeye çalışıyor. İran’daki durum sistematik olarak “Şii İslâm”ın zaferiydi; aynı ölçülerde Türkiye “Sünni İslâm”ın zaferini sağlayıp Müslümanları “İslamofobi” aşağılanmasından kurtarabilir mi? Düşünülenlerin aksine İran Şiî görüşleri siyaset ihracına gitmedi; bölgede geleneksel politikasını sürdürdü ama “Kızılbaşlık” dönemini hatırlatacak duruma düşmedi. Elbette Türkiye de böyle olmalı ve kendini Sünni “Siyasal İslâm”a karşı korumalı ve Anadolu heteredoksi inançları dışlamamalıdır; çünkü bunlar dini değil milli oluşumlardır ve kırmızı çizgileri “Siyasal İslâm”dır. Zaten yüzyıllardan beri toplumlararası bir çatışma yoktur. Bugüne kadar bu eski yara çok kaşındı ama başarıya da ulaşamadı.
Her ne şekilde olursa olsun İran XXI. yüzyıl tehlikesine karşı dünyadan tecrid edilerek kendini kordu. Elbette bu eski ve yorgun topraklarda milliyetler meselesi var; fakat toplum yapısı bu arzuları sanki kendiliğinden tehir etti.
Dolayısiyle Amerika bu büyük ülkede kullanacak güç bulamadı. İran’da elbette nüfusun yarısını teşkil eden Türkler akıllı davrandı ve duygusal olmadı! “Traktör”, “Cadillak”ı solladı diyebiliriz! İşte Türkiye de bir türlü bu rüzgardan sıyrılmalıdır. İran kuzey ve kuzeydoğu hudutları korudu; fakat bizim ülkemizin 3,5 tarafı çevrili ve güneyimiz dünyanın barut fıçısı Ortadoğu! İşte bu yangını incelerken tarihten ziyade sosyolojiye eğilerek yeni kavramları doğru anlayacağız. Bunu yapmadan çok şey yerine oturmuyor ve kalıbın birkaç yanı boş kalıyor. Suriye ve Irak’ın tarihi defalarca okunmalı, demografideki manipülasyonlar detayı ile incelenmelidir. Savaşi önce ilim sonra askerler kazanır, bitmeyen savaşın mihenk taşı Türkler’in Suriyesi sadece devletin değil herkesin masasında olmalıdır.
İyi pazarlar!