Ali BADEMCİ
Velhasılı kelam hayat böyle geçip gidiyor; ustalarımızın bazıları eceli, bazıları da kör kuşunla bu dünyaya vedâ ettiler; yalnız kaldık, yapayalnız! Çok geçmeden ezrail bizlerin de kapısını çalacak! Şaşarım şu dünyanın safahatına kapılanlara! Irkı mazlum iken sürekli ibadet de her şeyden evvel insanı mes’ud etmiyor! Çünkü Hz. Peygamber “Ehl-i Beytim” dememiş mi? “Benim âilem, benim soyum” ve netice itibariyle “Benim Milletim!” İşte biz de öyle diyoruz ve derin bir ah çekiyoruz:”Milletim Canım Benim!” Atalarımız hususî eşyaları ile gömülmek isterlermiş; işte ben de kitaplarımla gömülmek istiyorum ama alan çok dar; 1×2=2 mt. kare! Anlayacağınız bu kitaplar öbür dünyada da bizi yoracak! Lâkin öbür dünyada servet ifâde eden kemiyet gibi şeyler değil keyfiyet ifâde eden düşüncelerimiz ve amellerimizle ikamet edeceğiz! Ne mutlu sicili temiz olanlara!
KİTAPLAR KİTAPLAR…
Benim eşime sorsanız şu kitaplar var ya; sevenin de sevmeyenin de başının belâsı gibi gözüküyor! Eski kitaplar ve meskûkatın eline alınacak hali yok, önce onları temizlemek gerekli! Yeni kitaplarda da cilt diye bir şey yok ki iki sallamada dağılıyor! Hele şu toz var ya hanımların hiç sevmediği bir şey; mübarek o kadar geniş yer varken ille de kitapları sever; sevmesine sever de böyle bir görüntünün tozunu almak da çok zor! Merdivene çıkmak ve tavana kadar uzanmak gerekiyor; bizim gibiler bu işi nasıl yapsın? Mecburen ev taşıyınca önce kitapların çaresine bakmak lâzım; nasıl; kutu nereden bulacaksın, en iyisi plâstik çuval ama, o da çok yıpratıyor! Peki her şeyi yaptınız da bu kitaplar bugünkü çok katlı apartmanlara nasıl çıkacak? Herkesin “Evden-Eve Nakliye”ye gücü yetmez!
Sormayın mesele taşınmak ve taşımakla da bitmiyor; bu sefer evde işgal edeceği yer problemi savaş çıkarmaya yetiyor! Birader eskiden hanımlara söz geçirebiliyorduk da, şimdi çocukları arkasına almış ki bu da mümkün değil; evin en karanlık odasına pineklemek zorundasın! Hele artık Türk usulünü bırakmış yalnız yatıyorsan kitaplar gibi vay haline! Maalesef biz de artık 20 yıldan beri bu sınftayız! Hanımların öte dünyada korkuları yok; nasıl olsa “Getir yiyeyim ört de yatayım,” oh ne âla ne âla! Bakıyorum da önceleri maaş gidiyor diye kitaplarla arası bozuk olanlar şimdi baba sevgisi gibi sahipleniyor! Neden; üç beş kuruş te’lif geliyor diye, o da para sayılırsa!
Biliyorsunuz bendeniz Nisan’da mekân değiştirdim; hayır varmış derler! Yazlığına geldiğimiz Belen’de devamlı kalmaya karar verdim; fakat o kadar güzel birşeymiş ki çok geç kaldığımızı anladım! Torun üniversitenin en iyi bölümü kazanmış; Ege Dişçilik! Dişçilik deyip geçmeyin, bizim çocukluğumuzda çingeneler ve nalbantların yaptığı bu iş şimdi çok yüksen puan gerektiriyormuş! Anlaşılan zaman bu kadar değişmiş de, biz neresindeyiz anlayabilmiş değilim! Nisan ayından beri zamanı okumakla geçirdim; takribi 20 bin sayfa devirmişim; yeni kitaplar bir hayli birikmişti! Fakat zaten zayıf olan gözlerim daha da da güçsüzleşti! Eylül’le beraber hasat toplamanın da zamanı geldi; çünkü kitaplarım da başucuma yetişti!
Bizim “Mongol” gözlü Yörüğe âilesinden miras almış; paraları yastık altında da nerede bilinmez, başına bir şey gelse bulunmaz! Çünkü bu kadın bankayı da sevmez! Pazartesi kalktı “Ben Adana’ya gidiyorum kitaplarını getireceğim” demez mi? Rüya mı görmüş, Allah korkusu mu aklına gelmiş, vahiy mi görmüş anlayamadım, ki benim de beraber gitmemi bile istemedi! “Evden eve nakliye”ye güveniyormuş; parası da var ya! Fakat tuzlu bulunca 400 liraya bir kamyonet kiralamış; kira bir yana da hamallara 200 lira vermiş ve deli, divane olmuş, “Param gitti”diye! Olmadığı için onun dünyasında her şey paradır; benim için farketmez,”vermemiş mabud ne yapsın Mahmud!” Üç beş kuruş telifim gelmişti, şöyle iki odayı çok ölçülü bizim de tereklerle donattım! Vakit geçmiyor on tane de tavuk aldım; ikisi rahmetli oldu bile! Şu kitap işinde bütün şeytani usulleri deneyerek bu sefer evin güzel yerine kondum; yerleştiriyorum ama sonu gelmedi, sanıyorum 500 kitaplık boşluk oluşacak! Moğol gözlü “Hemen buraları doldurman lâzım” demez mi? Canım o kadar da doldururuz, süs eşyası değil ya! Tabii yerinde ve zamanında!
Kitap kitap dedik de, aslında bu “Ümmî” kadın tam bilgi düşmanı; kavgaları ve savaşları hiç sevmez; işin ilginç yanı mûsikiden de hoşlanmaz; folklarla daha çok ilgili! Keyfliyim ya işte Âşık Veysel, işte “Bir Ay Doğar İlk Akşamdan Geceden” ve işte Cengiz Özkan; inadına son sesi açtım; bir hayli de günah kazandım, ki bizim ki namazdaymış! Namazına falan da çok takılmamak lâzım; çünkü az sonra bilgisayarda sanal taş oyunu başlar! Kiminle oynar bilmem ama arada bir küfürler de duyulur; bazen de bütün paraları gider “Sanal iflâs” olurmuş! Şu dünyanın haline bak!
Velhasılı kelam hayat böyle geçip gidiyor; ustalarımızın bazıları eceli, bazıları da kör kuşunla bu dünyaya vedâ ettiler; yalnız kaldık, yapayalnız! Çok geçmeden ezrail bizlerin de kapısını çalacak! Şaşarım şu dünyanın safahatına kapılanlara! Irkı mazlum iken sürekli ibadet de herşeyden evvel insanı mes’ud etmiyor! Çünkü Hz. Peygamber “Ehl-i Beytim” dememiş mi? “Benim âilem, benim soyum” ve netice itibariyle “Benim Milletim!” İşte biz de öyle diyoruz ve derin bir ah çekiyoruz: ”Milletim Canım Benim!” Atalarımız hususî eşyaları ile gömülmek isterlermiş; işte ben de kitaplarımla gömülmek istiyorum ama alan çok dar; 1×2=2 mt. kare! Anlayacağınız bu kitaplar öbür dünyada da bizi yoracak! Lâkin öbür dünyada servet ifâde eden kemiyet gibi şeyler değil keyfiyet ifâde eden düşüncelerimiz ve amellerimizle ikamet edeceğiz! Ne mutlu sicili temiz olanlara!
Allah’a Emanet Olun.