GURBETTE TÜRKÜ DİNLEMEK
Ahmet Urfalı
Boz toprakta rızkını arayan insanımızın hüzünlü bir haykırışıdır bizim türkülerimiz.
Türkülerimizdir, dayanılmaz hasretlerin, akıl almaz kahramanlıkların, kılıç zoruyla sağlanan iskânların,sürüp giden kavgaların,kerem yanığı sevdaların terennümü.
Umudunu yitirmeyen yoksulların ortak bir yakarış dilidir bizim türkülerimiz.
İsyan yoktur, ıztırap iniltilerinin ince bir sızısı vardır, elemi gözlerden yaş olup damlayan.
Anadolu semâsının altında bir akşam vakti, kerpiç duvara yaslanıp Allah’a meramını açmak, içini dökmektir bizim türkülerimiz.
Kıraç toprağın sesidir,yel tozunu kaldırdığında,önüne alıp götürdüğünde gevenleri.Acısı yüreğe düşen bir bıçak yarasıdır,
ağlaması göze düşen,üzüntüsü yüze düşen,uğunması dize düşen…
Türkmen ellerinin ağır ağır gitmesi, kalkıp göç etmesidir.İçteki derdin anlaşılmasıdır bizim türkülerimiz.
Lokman Hekim’in tedavi için verdiği ilacın yaraları azdırmasıdır.
Yaylada yazıda bir göç çığlığıdır,mayası naralarla yoğrulmuş.alnı akıtmalı tayların kişnemesi,karagöz kuzuların melemesi,bozca potukların bozulaması ile çiğdem kokulu dağ rüzgârlarının uğultularının Türkmence söylenmesidir .
Ezgi ve sözün birlikte hayat verdiği türkülerimiz, milletimizin tarih içindeki duygularını yüklediği bir arşiv niteliğindedir. Milletimizin nabzı türkülerde atar. Aşkı, acıyı, ayrılığı, gurbeti, sılayı nasıl algılamamız gerektiğini bize türküler öğretir. Yemen’in feryadı, Çanakkale’nin çığlığı onlarda saklıdır.Bizi yüz yıllar ötesinden gelen bir sevgi ve heyecanla birleştiren türkülerimiz bütün gönülleri birbirine kenetleyen en kuvvetli dildir.
Dil, ortaya çıkışı ve sistematiği bakımından nasıl gizemli, metafizik bir özellik taşırsa, türkü ile simgeleştirilen müziğimiz de tıpkı öyledir. Bizleri, bir tespihin ipine dizer gibi Türkçenin etrafında toplayan güç, aynı zamanda türkülerin de etrafında kenetlemiştir. Biz bu Türkçenin ve bu türkülerin çocuklarıyız. Aynı türküye söyleyenler ,ancak gönül kardeşliğini kurabilirler.
Çoğu isimsiz bir halk sanatçısı tarafından yaratıldıktan sonra, yüz yıllar boyu halk denilen büyük ustanın tashih ve tezhibinden geçen türküler, milletimizin büyük tecrübesini sese ve söze bürünmüş birer mucize olarak karşımızdadır.
Bir gurbet akşamında, sıla hatıra düşünce; hasret yürekte kor olur. Sol böğürde bir sancı başlar.Sanırsın sular yanar tutuşur. Akşam, kuşlar yurduna yuvasına dönerken, kanat çırpışlarına iç geçirilir. Suya inen akşamlar, daha bir kasvetlidir.İşte, o demde imdada kuşlar ve türküler yetişir. Hasretimizi, sevgimizi kuşlara ve türkülere emanet ederiz.
Kahır çemberi, yakamızı bırakmasa da türkülerle avutmaya çalışırız gönlümüzü. Gurbet baştan başa kahır, baştan başa hasrettir; türküler, hasret acısını dindiremese de bir nebze olsun hafifletir. Türkülerimizdir, bizim şeceremiz. Bizi, hâlihazırda ve gelecekte yaşatır. Hüznümüz, sevincimiz , abatlığımız ve felaketimiz onlarla dillenir.O yüzden gurbette de sılada da türkü dinlenir,söylenir. Çünkü, Anadolu’da hasreti hem gurbetteki çeker, hem sıladaki. Bizim lügatimizde hasret ve gurbet sözcüğü diğer dillerden daha derin anlamlar taşır.
Biz hem türkü söylemeyi hem de türkü dinlemeyi de severiz. Tüm duygularımızı türkülerle dile getirmeyi sosyal hayatımızın bir gereği olarak görürüz.Söze sanat katmasını biliriz.