
BÜTÜNCÜL TARİH
Halim KAYA
Yakup Bilgin Koçal’ın biyografisine baktığımızda çok çalışkan ve üretken birisi olduğunu anlıyoruz. Dört roman, dört de Bilişim, Yerel Siyaset ve Kalkınma üzerine yazdığı, hepsi birer emek ve birikim mahsulü olan, son zamanların hızlı yazarlarının kopyala yapıştır türünden yazdıklarından olmayan bu kitabıyla birlikte toplam dokuz kitabıyla Yakup Bilgin Koçal’ın girişken ve sosyal birisi olması yanında araştırmacı kişiliği ile çok okuyan ve yazılarındaki Türkçeye hakimiyeti de bu üretkenliğini desteklemektedir.
Yakup Bilgin Koçal’ın ‘Özgür Neden’ Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih kitabının kaynakçasını incelediğimde gördüm ki ekseriyetle aynı kaynaklardan beslenen bir ortak yönümüz var. Okumaya bu ‘Özgür Neden’ Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih kitabı ile başlamamın sebebi Roman dışında bir tür olması ve konusunun daha önce yazdığı “Son Müfreze” romanın konusu olan Yalova Burhaniye Müfrezesi’nin yürüttüğü Kurtuşuş Savaşı bağlamındaki mücadelesi ile ilgili olması ve Hüseyin Nihal Atsızın öne sürdüğü “Türk Devleti bir tanedir, hanedanlar değişmiştir, devlette süreklilik, devamlılık esastır” tarih anlayışını çağrıştıran “Bütüncül Tarih” adının dikkatimi çekmesidir.
Yakup Bilgin Koçal’ın “Özgür Neden Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih” kitabı Eylül 2021 yılında Post yayınlarından çıkmış olup; Bütüncül Tarih, İstiklal Savaşında Yalova, Son Söz şeklinde isimlendirilmiş üst başlıklardan meydana gelmiş üç bölümden oluşmaktadır. Sonunda geniş bir kaynakçası bulunan “Özgür Neden Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih” kitabının elimizdeki kitap birinci baskı olup 246 sayfadan ibarettir.
Yakup Bilgin Koçal’ın bu ‘Özgür Neden’ Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih’ kitabında işlemiş olduğu Yalova tarihi, kendisinin yazdığı “Son Müfreze” kitabı ile Turan Koçal’ın “İdamlık Milliyetçiler” kitapları sayesin de daha iyi anlaşılacaktır. Ya da “Son Müfreze” kitabı ile Turan Koçal’ın “İdamlık Milliyetçiler” kitapları Yakup Bilgin Koçal’ın bu ‘Özgür Neden Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih’ kitabının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı muhakkaktır. Hani derler ya “dervişin fikri ne ise zikri de odur” Yakup Bilgin Koçal’ın fikri de zikri de Yalova’dır. Belediye başkanlığı yaparak ve hakkında kitaplar yazarak bütün mesaisini Yalova’ya vermiş ve hala da vermektedir.
Yakup Bilgin Koçal’ın “Konuşulmaya başlanan tek ‘İnsanlık Devleti’ nasıl şekillenecek?” (S:14) sorusu göstermektedir ki “Bütüncül Tarih” ile kastetmek istediği “Küresel Devlet” ya da başka bir isim verecek olursak “Dünya Devleti” ve insanlığın ortak ve tek merkezli tarih anlayışı, ya da bakışı olmaktadır. Ancak şunun bilinmesinde fayda var “Dünya Devleti” fikri konuşulmaya başladığı günden beri “Ulus Devlet”ler veya “mikro etnik devlet”ler de konuşulmaya bu yolda çalışılmaya başlanmış, hatta güçlü olan devletlerin çabasıyla çok etnik yapılı devletler parçalanarak neredeyse mikro milli olan etnik kökene dayanan “şehir devlet”lerine dönüştürülmüş, dönüştürülmeye de devam edilmektedir.
Yakup Bilgin Koçal “Tarih, kendini bilmeye giden yola döşenen taşlardır. Kendini bilmek, bir insan olmanın, olduğumuz insan olmanın ve başka biri olmamanın ne demek olduğunu bilmek anlamındadır; ne yapabileceğimizi bilmek anlamındadır.” (S:14) diyerek aslında bir dine mensup, bir kültür çevresinde yaşayan ve Yılmaz Özakpınar’ın tarifiyle inandığı değerlerin ve ahlakının ürünü olan Medeniyete mensup olmak “kendin olmak” anlamında kendini bilmek olduğu için hiçbir zaman şahsiyetini ve karakterini muhafaza eden insanların küresel bir devlet olan “İnsanlık Devleti”nin oluşumuna, benliklerinin kaybına müsaade etmeyeceklerdir, demektedir. Yakup Bilgin Koçal’da belki farkında olmadan bu ‘Özgür Neden’ Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih kitabını yazarak “İnsanlık Devleti” anlayışına muhalefet etmektedir. Her ne kadar küresel bir devletten bahsetse de “Yerelde yaşananları savaşın bütünselliği içinde kavramak kaçınılmazdır. Bu gerekçeyle Yalova özelindeki süreci daha anlaşılır kılabilmek için dönemlendirmeyi istiklal mücadelesinin bütünüyle ilintilendirerek yapacağım.” (S:24) diyerek Yalova’nın kurtuluşunu İstiklal Mücadelesinin içinde bir parça olarak yorumlayarak Türk Milletine ait bir bütünün bir parçasını anlamlandırmaya çalışacağını ifade ederek bunu gerçekleştirmektedir.
Yakup Bilgin Koçal önce Yalova tarihinin gerisini, derinliğini anlamak için önce tarih ilminin felsefesini anlamaya çalışmış, anladığı tarih felsefesini bir usul olarak ifade ettikten sonra da Yalova’nın Kurtuluş Savaşında yaşamış olduğu işgal ve kurtuluşun çok etkenli nedenlerini daha anlaşılır kılarak yeniden yorumlamaya çalışmıştır. Yakup Bilgin Koçal, Tarih felsefesi denemesi ile Yalova yerel kurtuluş savaşı hikayesinin anlaşılabilmesi ve bütüne entegresi babından bir çerçeve bir pencere oluşturarak, Yalova tarihinin anlaşılmasının sınırlarını belirliyor ve bakış açısının yönünü tayin ederek bir projeksiyon tutuyor.
Ancak Yakup Bilgin Koçal bu ‘Özgür Neden’ Bağlamında Küreselden Yerele Bütüncül Tarih kitabında Romanlarındaki akıcı, anlaşılır ve topluma yaygın dili terk ederek sanki toplumumuzda felsefe hakkındaki yaygın bir kanaat olan “felsefe anlaşılmayandır” ilkesinden hareket ile seçtiği kelimeler ve cümle yapısı olarak daha zor anlaşılır bir üslup kullanmaktadır. Yakup Bilgin Koçal’ın ve felsefilerin bu tutumları karşımıza “Felsefe geniş halk kitlelerinin anlamasına kapalı bir bilim midir? Felsefe dili elit bir aydın dil midir?” sorularını çıkarmaktadır. Hatta yazdığı tarih felsefesinde kullandığı dil ve üsluba istinaden diyebiliriz ki Yakup Bilgin Koçal kendi üslubunu terk ederek sağ ve sol aydın kesimin ayrı ayrı kullandığı anlatım dillerini birlikte bir arada kullanarak, sağ sol söylemleri karıştırarak ayrı bir anlatım jargonu geliştirmiştir. Acaba yazar daha fazla ve farklı kesimlere hitap etme endişesiyle mi böyle bir yola başvurmuştur?
“Tanrı’nın ‘halife’ insana, yazılım dahilinde ve ‘bir’deki varoluşun kaynağı olarak, zorunlulukla sınırlandırılamayacak tanrısallığın verilmesidir.” (S:52) şeklindeki genel inancın aksine bu gün ilahiyatçıların bir kısmı Tanrı’nın yaratışının “Ol” deyince anında olan bir ‘an’lık oluş olmadığını ve yine Kur’an’ı Kerimdeki Adem’in çeşitli merhalelerle ve kainatın altı günde yaratıldığını ifade eden ayetlere dayanarak evreler halinde olduğunu, bu evrelerin yaratılmasının da bir “süreç” dahilinde gerçekleştiğini iddia etmekteler ve bu sürecin de tekamül silsilesi içinde olduğunu, insanın topraktan, çamurdan, bir damla sudan, bir çiğneyim (parça) etten ve nihayet ruh üflenerek yaratıldığı şeklinde yorumlamaktadırlar. Geleneksel yorumlarda “ruh üfledik” ifadesinden yola çıkarak insanın Tanrı’nın özelliklerinden bir özellik taşıdığı için Allah’ın halifesi kabul edildiği ancak yeni yorumlarda insanın Allah’ın kulu olduğu, fakat Resulün insan vasfı dolayısıyla da insanın ancak Resulün halifesi olabileceği yorumları yapılmaktadır. (Farklı İlahiyatçıların farklı konulardaki yeni ve farklı yorumlarının toplandığı “Dini Cevaplar 1 ve 2” adlı kitaplara bakılabilir.) Ancak şu bilinmelidir ki Tanrı zamanın dışında olduğu için zamanın Onun için bir süreç olması muhaldir. Kur’an’daki anlatımların insanın anlatılanı algılayabilmesi için zaman ve evreleri ile anlatıldığını, nitekim bu konuda Allah katında ki bir günün dünyadaki bin sene gibi zamanlara denk geldiği anlamında ayetlerinde varlığı buna işret etmektedir. Onun nezdinde kâinatın yaratılışı ile kıyamet arası “an”lık bir süredir.
“Batı’nın aile tipine hiç benzemeyen Türk ailesinde oğluna, hizmetinde bulu[nu]nan anlamında ‘mahdum’, kızına ise, kendisine ikramla mükellef olunan anlamında ‘kerime’ deniyordu.” (S:66) diyerek Türk Ailesi ile 18 yaşına gelince çocuğunu evinden ayıran, babası tarafından köle olarak satılan Batı kültürüne mensup aile tipi arasındaki farkı ortaya koyan Yakup Bilgin Koçal Batı kültüründeki sınıf mefhumunun oluşumundan tarıma dayalı toplum düzenini sorumlu tutar. O, Türk Toplumunun İslam’dan önce atlı göçebe olması, İslamiyet’ten sonra da toprak mülkiyetini şahsa vermeyen miri toprak düzeni sayesinde toplumsal sınıfların oluşmadığını savunmaktadır. “[Göçebe toplum yapısı] Bu toplumda sınıf ayrımı, kölelik, kadın-erkek farkı gözetilmesi, şartlar gereği imkân dışı kalmıştır.” (S:69) çünkü bozkırda geçen bir hayat olan Türk toplum yapısı gereği yaşanılan hayatın her dakikasının yardımlaşmayı, dayanışmayı gerektirdiği dolayısıyla da toplumun fertlerini sınıf farkları oluşturarak işlev dışı, âtıl bırakmak gibi bir lüksü yoktu.
Yakup Bilgin Koçal Yalova yerel tarihini “Belirsizlik Dönemi”, “Direniş Dönemi” ve “Zafer Dönemi” diye üçe ayırır. (S:82) “Belirsizlik Dönemi”ni de “Zihnen teslim olanlar da, direnmeliyiz diyenler de yaptıkları eylem planlarında İstanbul’u merkez olarak ele alıyor, neticeye ulaşmanın yöntemi olarak İstanbul’da etkin olmanın siyasetini yapmaya gayret ediyordu.” (S:83) şeklinde belirledikten sonra bu dönemim Yalova’daki etkin kişisinin İngiliz bir subayla irtibatı sayesinde geçici bir hareket alanı bularak direnişe karşı çıkan çeteci İbo olduğunu görüyoruz. Yakup Bilgin Koçal bu “Belirsizlik Dönemi”nin “23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması” (S:83) ile bittiğini ifade etmektedir.
Yakup Bilgin Koçal’ın yukarıda anlaşılmaz diye eleştirdiğimiz üslup ve dilinin tarih felsefesinin anlatımından Yalova tarihini anlatmaya geçince hemen değişip kendi üslubuna döndüğü çok bariz bir şekilde belli oluyor. Eski anlaşılır üslup geri geliyor. Sanki anlaşılmayan, ya da anlamakta zorlanılan ifade tarzı Yakup Bilgin Koçal’ın ifade tarzı, üslubu değil de felsefenin kendisine has üslubuymuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Yıllara sari okuma birikimime dayanarak şöyle ki; felsefe; başı sonu belli, net anlaşılabilen ifade tarzına sahip cümleler yerine daha muğlak, daha fazla sayıda kelime kullanılan, kullanılan kelimelerin de zihinlerde yer etmiş kesin manaları olmayan, okuyanın doğrudan kavraması güç, özellikle farklı bir çaba ile üzerinde düşünülmesi gereken daha mürekkep cümleler ile yazılan ifadeler ve anlatımdan ibarettir. Felsefi konular fotoğrafa bakınca bütün bir fotoğrafı okur gibi insanın zihninde bütüncül bir mana bırakmıyor, felsefi konuyu anlamak için fotoğraftaki her silüeti, her resmedilmiş nesneye bakmak gibi her cümleyi her kelimeyi tek tek ele alıp anlamak gerekiyor. Felsefi bir cümlenin anlaşılması özel ve detaylı bir çaba gerektiriyor ki, işte bu çaba felsefeyi düşüncenin merkezine yerleştiriyor ya da düşünenlerin düşünmek isteyenlerin merkezine felsefe yerleşiyor.
Yakup Bilgin Koçal “Osmanlı’da iktidarda bulunanın göreceli başarılı veya başarısız olmasının sebebi siyasi akıma mensubiyetten değil daha ziyade kişisel beceri veya beceriksizliklerdir ve bu başarı veya başarısızlığın sonucu, düşmanı hedefinden ayıran bir netice değil, sadece süreci biraz uzatmaktan ibarettir.” (S:94) şeklindeki ifadesiyle Osmanlı’nın son dönem iktidarlarının başarılarını göreceli bulmakta, göreceli başarıların da düşmanı durdurmak, uzaklaştırmak yerine hedeflerine ulaşmasını geciktirici bir vazife gördüğünü, bütün bu göreceli başarıların da ferdi olduğunu, bir siyasi akım ya da parti veya sahip olunan devlet felsefesinin bütün bürokrasiyi kapsayan ideali olmadığını ifadeye çalışmaktadır. Kısaca başarılar ferdi olması hasebiyle devletin bütüncül bir başarıyı yakalaması ihtimali de tesadüfidir. Bunu milliyetçiyim diyen insanların ferdi olarak farklı zihniyetteki partilerde hizmet ederek yakalayacakları başarıların faydasının, top yekûn milliyetçilerin programladığı bir hükümetin sağlayacağı bütüncül bir milliyetçi başarının faydalarının yakalanmasının mümkün olmadığı şeklinde de ifade edebiliriz.
Yakup Bilgin Koçal’a göre Osmanlı son elli yılda 1877-1878 Osmanlı Rus harbi ile 1912 Balkan harbi dolayısıyla göçen Müslüman halkı Yalova’da demografik yapıyı dengelemek için akıllıca bir nüfus yerleştirmesi yapmıştır. “Son asırdaki gelişmeleri doğru okuyan Osmanlı, tehlikenin farkına varmış ki; gelen Müslüman ahaliyi Rum ve Ermeni köylerinin arasına , ticaret yollarının kenarlarına ve stratejik noktalara konuşlandırmış.” (S:105)
“Belirsizlik Dönemi”ini İstanbul merkezli ne yapacağını bilemez kararsız bir pasif siyaset dönemi olarak tarif eden Yakup Bilgin Koçal dönemi oyalama dönemi olarak adlandırır. Oyalama döneminin en etkin kişisinin de çeteci İbrahim Ethem, kısaca Akköylü İbo olduğunu söyleyen Yakup Bilgin Koçal, İbo’nun Enver Paşayla, Padişah ve dolayasıyla İngilizlerle, Kuvayı milliye ile ayrı ayrı temaslarda olduğunu ve durumu idare ettiren bir davranış sergileyerek her tarafa hizmet ettiğini, İngiliz oyunu sonucu tuzağa düşürülerek Yunan askeri tarafından tutuklanıp Yunanistan’a yollanmasıyla İbo dönemi sonlandığını ifade etmektedir. Ancak Yakup Bilgin Koçal’ın Yalova mücadelesini dönemlendirdiği üçlü tasnifinin ikincisi olan “Diriliş Dönemi”ni, Mustafa Kemal’in siyasi başarısı ve sivil liderliğinin Kurtuluş Savaşı taraftarı askerî erkan ve halk tarafından kabulü, İnönü ve Sakarya savaşlarının kazanılması ile merkezde Ankara ve TBMM’inin olduğu bir dönem olarak “Türkler artık zafere odaklanmıştı. Savunma, yerini taarruza bırakacaktı. Anadolu genelinde ise, sivil örgütler paşalarla irtibat halinde mücadeleye devam etmekteydi.” (S:119-120) şeklinde tarif etmektedir. “Diriliş Dönemi”nin bitişini de Anadolu’daki son müfreze olan “Burhaniye Müfrezesi’nin 15 Kasım 1921’de lağvedilerek resmi orduya katılmasıyla” (S:120) tarihlendirmektedir.
“İngiliz Diplomat Harold Nicolson, İngiliz, Fransız ve Amerikan liderlerini kastederek not defterine şunları yazmıştı. ‘Bütün gücü elinde tutan üç cahil adam oturmuş kıtaları paylaştırıyorlar. Yanlarında not tutacak bir çocuktan başka kimse yok.” (S:121) Nicolson her ne kadar böyle yazsa da aslında İngiliz, Amerikan ve Fransız liderleri Türk’ün hürriyet aşkını, Mustafa Kemal’in askeri ve siyasi dehasını hesap etmemişlerdi. Buna Türklerin Kut aldığına inandığı liderin peşinde gitme konusunu da eklemek gerekir. Eğer Kazım Karabekir ve diğer komutanlar nefs yapıp bencilce davransalardı bu Kurtuluş savaşı hiç başlamayabilirdi.
“Damat Ferit’in görevden alınma kararı bir anlamda dönüm noktası oluverdi. Anadolu ile anlaşmak üzere hükümet kuran Tevfik Paşa önce Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkındaki idam kararlarını kaldırdı, Mustafa Kemal’le iletişime geçti. Ocak 1921’de Londra’da yapılacak Barış Konferansı’na Ankara temsilcilerinin katılımını sağlamak arzusundaydı.” (S:126) Talih’in yönü Ankara’ya dönmüştü. Kazım Karabekir daha 1920 de doğudaki sınırları Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin’i alarak bugünkü Türkiye sınırları olarak çizmişti. Kazım Karabekir’in doğu sınırlarımızı bugünkü sınırlar olarak belirlemesi, İstanbul hükümetinin değişmesi, Fransa ile Ankara İtilafnamesi imzalanarak Güney cephesinde Suriye sınırlarının tayini Sevr’in üç ayağını da kırmıştı. Doğu ve Güney cephelerinden silah ve asker kaydırarak, Hatta Fransa’dan silah alarak Batı Cephesi güçlendirildi ve Büyük Taarruzla da Sevr’in Batı ayağı da kırıldı. (S:127)
Yakup Bilgin Koçal Diriliş Döneminin askeri başarıları yanında asıl önemli olanın siyasi başarıları olduğunu “Diriliş döneminin geneldeki ayırt edici karakteristiği başarıyla yürütülen siyasi hamlelerdir. Gerek iç gerek dış siyasette ilmik ilmik örülen hamleler, satranç oyunu gibidir. (…) sanki TBMM’nin açılışından sonra atılan her adım Sakarya Zaferinde şahı devirmek içindir. Bu bir akıl oyunudur ve dâhi siyasetçi Mustafa Kemal bu oyunu iyi oynayacaktır.” (S:127) ifadeleriyle ortaya koymaktadır. Bugünden geriye bakınca 100. yaşını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, dâhi siyasetçi Mustafa Kemal’in bu oyunu iyi oynadığını göstermektedir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Vatan müdafaası bir anda olan ve tek kişinin başaracağı bir iş değildir. Vatansever herkesin attıkları küçük adımların toplam neticesidir. Abdülhamit’ten Mustafa Kemal kadar nice isimsiz kahramanın vatan sevgisidir vatan savunması. Nitekim Abdülhamit tarafından Yalova’da Rum ve Ermeni köylerinin tam ortasına Burhaniye’ye yerleştirilen Rize Çayeli’li otuz ailenin Kurtuluş Savaşında Yalova ve civar köyleri düşman işgalinden koruduğu gibi bütün Anadolu cephesinin müdafaasın da Yunan’a geçit vermeyen önemli bir noktasıdır. “Meğer Sultan rastgele göstermemişti yeni kuracakları köyün yerini. Kartal yuvası gibi çevrenin gözetlenebildiği, ormanlık arazi içinde saklanmanın kolay olduğu bir coğrafya parçasıydı burası. Ermeni köylerinin arasında nöbet duracaktı Burhaniye köyü. Bu tercih, Saray’ın Güney Marmara’ya otuz yıldır uyguladığı bilinçli iskân politikasının devamıydı. Abdülhamit’in ince elenip sık dokunmuş tedbiriydi.” (S:130)
Günümüzde en fazla eleştiri yapılan 1.İnönü Savaşını kazanmadan kazandı diye İsmet İnönü’ye muzaffer komutan payesi verilmesidir. Bu eleştiri konusuna cevap olacak en doğru yorumu Yakup Bilgin Koçal yapmaktadır. Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye eleştiri yapanlar Kurtuluş savaşını bir bütün olarak okuyamayan, savaşı cephe cephe değerlendirip lokal başarısızlık gibi görülen strateji ve taktik gereği yapılanlar üzerinden eleştiri geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Yakup Bilgin Koçal ise tam da bu kitabına verdiği “Bütüncül Tarih” adına yakışır bir değerlendirme ile 1. İnönü savaşındaki durumu doğru yorumlayarak belki de ilk kez propaganda, morallerin yükseltilmesi ya da bozulmasının da önemine işaret ederek bunu da bir zafer olarak görürü. “Uzlaştıkları konu Mustafa Kemal’in siyasi dehasıydı. İnönü’de aslında kazanmamıştık, sadece Yunan kazanamamıştı. Bu durumu tüm Anadolu’ya moral verecek, düşmanı telaşa sokacak şekilde başarı olarak sunmak dâhiyaneydi.” (S:143) Savaşın bir moral işi olduğunu bilen Mustafa Kemal Türk milletinin moralini yükseltecek, Yunan askerinin moralini bozup umutlarını tüketecek bir propaganda hilesine başvurup, sadece moral desteğe katkısından dolayı kazanılmış gösterilen 1. İnönü Zaferinden sonra ordunun muzafferiyetini sağlamayı başarmıştır.
İkinci İnönü savaşından sonra İstanbul hükümetinin tutumu değişmiş Ankara hükümetine yakınlaşmaya başlamıştır. “Zafer bütün yurtta ve İstanbul’da büyük coşkuyla, gösterilerle kutlandı. Sarayın katkısı ve desteğiyle yardım kampanyası düzenlendi. Toplanan para 215 bin lirayı buldu. Ayasofya’da İnönü şehitleri için okutulan mevlide Veliaht Abdulmecit Efendi ve Şeyhülislam Nuri Efendi de katıldı. Şehzade Ömer Faruk Efendi Millî Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya gitmek istedi. [Anadolu’ya geçti fakat Mustafa Kemal’in Osmanlı Hanedanında olabilecekleri dile getirdiği telgrafıyla Millî Mücadeleye katılamadı]. Artık Ankara ve İstanbul hükümetleri arasındaki yakınlaşma güçlenmişti. İstanbul hükümeti Millî Mücadeleye katılanları artık “asi” değil, “vatansever” olarak görmeye başlamıştı.
“Türk Ordusu Sakarya’nın doğusuna çekilerek iyi donanımlı Yunan ordusunu 150 kilometre yürüyüş yapmak zorunda bırakmıştı. Yorulmaya, yıpratmaya, susuz ve gıdasız kalmaya mahkûm etmişti.” (S:166) Türklerde kendinden üstün ordulara karşı verilen ilk vur-kaç harbi değildir, Sakarya. Türk tarihi boyunca defalarca uygulaya geldiği bir taktikti. Hızlı ve küçük birliklerle düşman ordusuna saldırılır verilebileceği kadar zayiat verdirilir ve toparlanmaya fırsat vermeden geri çekilinir idi. I. Kılıçarslan da I. Haçlı seferinde Haçlı ordusunun gücü karşısında vur-kaç taktiği ile Haçlı ordusuna büyük zayiatlar verdirmişti. Atatürk’ün savunma hattını Sakarya’nın doğusunda kurması kaybedilecek bir savaşın kazanılmasını sağlamış ve Sakarya Savaşı Zaferle sonuçlanmıştır. Hepsi iyi bir komutan ve onun kurgulamış olduğu strateji ve taktiklerle sağlanmıştı.
Üç dönem olarak dönemlendirdiği ilk iki döneme “Belirsizlik” ve “Diriliş” adlarını veren Yakup Bilgin Koçal’ın üçüncü döneme verdiği isim ise “Zafer Dönemi”dir. Yakup Bilgin Koçal “Zafer Dönemi”ni de 30 Ağustos 1922’den başla[tıp] 9 Eylül [1922]’de Yunan’ın İzmir’de denize dökülmesine kadar ki zaman süresi olarak belirlemektedir. Bu dönemin en önemli özelliği olarak Mustafa Kemal’in orduya başkomutanlık etmesini ve ordunun zafer kazanması olarak görür. Yakup Bilgin Koçal Sakarya meydan Savaşından Büyük Taarruza geçen bir senede Türklerin değişen pozisyonunu “Artık Türklerin hedefi, sadece hayata tutunabilmek, sağ kalabilmek, savunmak değil; siyaseten ayağı yere basan gelecek planı yapmaktır.” (S:177) açıklamaktadır. Bu başarıyı da askeri, kadını, çoluğu çocuğu, genci, yaşlısı, yöneticisiyle tek vücut olamaya bağlamaktadır. Hindistan Lideri Mahatma Gandi “Mustafa Kemal İngilizleri yenen kadar Tanrı’yı da İngiliz zannederdim” diyerek dünyadaki İngiliz gücünün Türkler eliyle yıkılışını ilan etmiştir.
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa Şükrü Naili Paşa’ya Atatürk’ün “Yarın İzmir’e gireceğim” emrini iletirken aynı zamanda Kocaeli Grup Kumandanı Halit Paşa’ya Gemlik-Mudanya yolunu süratle tutmasını ve düşman birliklerinin limanlardan vapurlara bindirilip kaçmalarına fırsat vermemeleri gereken emri yazdırırken Mustafa Kemal Paşa Yazılanı, yazdırılanı görmesine, duymasına imkan olmayan mesafede olmasına rağmen “Genel Kurmay Başkanı’na, ‘Paşam Halid’e sahilleri tutması emrini mi veriyorsunuz?’ dedi. (…) Kocaeli Grup Kumandanı Halid Paşa’nın cesaret mizacını bilen Mustafa Kemal, neşeli ve keyifli bir şekilde ‘Emir, Halid’i belki yolun yarısında bulur’ dedi” (S:209) Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asın (Gündüz) Bey’in anılarında anlattığı bu anekdotta Türk Ordusunun Askeri Üst Yönetimi birbirleri ile o kadar uyumuş, kaynaşmışlar ve o kadar yaptıkları işe kendilerini vermişler ki birbirlerinin yapacaklarını ve yapabileceklerini önceden kestirebilmektedirler. Atatürk Mareşal Fevzi Çakmak Paşanın yazdığı emri tahmin edebilmiş, aynı zamanda Halid Paşanın da bu emri almadan zaten istenilen yerlere hücum edeceğini, emrin kendisine istenilenin yarısının yapıldığı bir zamanda ancak ulaşacağını da ifade etmiştir. Kurtuluş Savaşı bütün olumsuz vakalara rağmen bu derece birbiriyle aynileşe bilen askerlerle kazanılmıştır.
Kurtuluş savaşı Düşmanın İzmir’de denize dökülmesi ile bitti diye söylenir ancak 18 Eylül’de Erdek’te Kapdağı Yarımada’sından son Yunan askeri de kaçınca Kurtuluş Savaşı bitmiştir. Bu durumu Yakup Bilgin Koçal “18. Eylül’de Kapıdağ Yarımadası’nda artçı çarpışmalardan sonra Yunan Kolordusu da çekil[di.] Böylece İzmir’in zaptından 9 gün sonra, son Yunan kuvveti de Anadolu’yu terk etmiş oldu.” (S:222) diyerek ifade etmektedir. Bu zaferlerin soncunda Deli Halid Paşa Yalova Müstakil Bölüğü Kumandanı Yüzbaşı Ali Rıza Efendiye “Ali Rıza… Ben, Yunanlıların on beş bin kişisi yerine Yalova Müstakil Bölüğü’nün on beş kişisiyle Atina’yı alırım.” (S:222) diyerek hem emrindeki askerini onurlandırmış hem de Türkler için söylenen “Bir Türk Dünyaya bedeldir” sözünü teyit etmiştir.
Şehri Yeniden Kurmak” başlığı altında Yakup Bilgin Koçal, Kapitalist dünyadan dönüşümün izlerini sürerek geleceği planlamak, gelecekle ilgili öngörülerde ve önerilerde bulunarak, etniklik olarak görmediği, “Töre” gibi bir zımni uzlaşının etrafında toplanan bir topluluk olarak gördüğü Türk Milletinin bu yeni kurulacak dünyada yer almasının ilkelerini izah etmektedir.
Her ne kadar ilk bakışta kitabın adından dolayı “Dünya Devleti”ne hizmet edeceği gibi bir kanaat uyandırsa da vurgulamış olduğu “İnsanlık Devlet” içinde Türk olarak yer alırken lokal tarih bakış açısıyla değişime hizmet etmenin hazırlıklarını yapmamızı tavsiye eden bir kitap olarak “Bütüncül Tarih” kitabı insanın beyninde yeni çağrışımlar yapmaktadır.