
Dündar Taşer
(Erol Güngör Dündar Taşer’i anlatıyor)
Odgurmuş: Dündar Taşer konusuna devam ediyoruz. Taşer ve fikirleri bizim tarihe bakışımıza ve Türk milletinin tarihi seyrine ufuk açıcı yorumlar getirdiği ve bir noktada da mihenk taşı olabilecek görüşler içermektedir. Bu yüzden onu yakından tanıyan, fikirlerinden istifade eden ve onun fikirlerini kendilerine düstur edinen büyüklerimizin görüşleri de bizim için oldukça önem arz etmektedir.
Bu gibi hayali söyleşilerimize onu çok yakından tanıyan Erol Güngör Hoca ile devam ediyoruz.
Hocam, Dündar Taşer’in vefatının üzerine birçok yazı yazdınız onun fikirlerini, hayata bakışını, tarihe bakışını ve bilhassa Osmanlı’ya bakışını ele aldınız. Kısaca onu en güzel ve kapsamlı bir şekilde siz anlattınız ve andınız.
Bir yazınızda “Taşer’in Büyük Hizmeti” konusunu ele almıştınız. Nedir bu büyük hizmet?
Erol Güngör: İliklerine kadar donduran bir kış günü, karlar altında Yüzlerce gencin bayrağa sarılı bir tabut arkasından muntazam sıralarla yürüdüklerini gördüm.
Elinde kitapları ile fakülte kapısından çıkarken şehid edilmiş bir arkadaşlarına karşı son görevlerini yapıyorlardı. Gözlerinde sadece bulanık bir hüzün değil, ümit parıltısı okunuyordu. Başları dik, vekâr içinde yürürlerken onlara baktım ve düşündüm ki, bu gençlerin pek çoğu Dündar Taşer’i görmemiştir. Halbuki bu vakur kalabalığın en önünde sanki o vardı. Gençler hakikatte bir şehit arkadaşlarının tabutu arkasında değil, kendilerini kutsal bir ülkü yolunda toplanmış ve mayalanmış olan Taşer’in gösterdiği hedeflere doğru yürüyorlardı.
Önümüzdeki yıllar içinde bu gençler ve onlar gibi daha binlercesi bütün Türkiye’de ülkenin idaresini ellerinde tutacaklar. Aralarında ilim ve fikir adamları çıkacak, kendilerini bir delikanlılar kalabalığı olmaktan kurtarıp da bir milletin gençliği haline getiren azim ve iradenin nereden geldiğini araştıracaklar. Ağabeylerinin bir zamanlar dağınık, derbeder, sahipsiz, ezik dolaşırken nasıl olup da birgün toparlandıklarını düşünecekler. O zaman bu kutlu toparlanmada büyük emeği geçmiş kimseleri daha iyi tanıyacaklar. Karşılarına bir büyük adam çıkacak ki, onun yaptıklarını kolay kolay izah edemeyecekler, bir tek kişinin bu büyük işi nasıl omuzlayıp yürüttüğünü büyüklerine soracaklar, büyükleri ise onlara ancak şunları söyleyebilecek: Taşer’i tanımayan, bunu anlayamaz.
Odgurmuş: Taşer’in ifa ettiği misyonun ne manaya geldiğin, Türk gençliğinin bu durumu anlayabilmesi için ancak onu tanımak gerektiğini ifade ediyorsunuz. Ben de dahil onu yakından tanıma imkânımız olmadı. Biz onu fikirleri ile tanıdık ve sevdik. Taşer’i kendimize bir rehber edindik.
Gençlik, inkılap gibi konuları derinlemesine biraz daha açar mısınız?
Güngör: Türkiye’de gençliğin sosyal ve siyasi bir kuvvet olarak ortaya çıkması ikinci Meşrutiyet ile başlar. Bir siyasi inkılap kendi başına bir gençlik yaratmaya elbette yetmez, ama inkılap hareketleri gençliğin ayrı bir sosyal olgu halinde ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar. İnkılap bir kültürün içinde yetişmiş ve onu temsil edecek kadar benimsemiş, hayatına sindirmiş olan nesle karşı bir çıkış manasına gelir. O neslin hayata bakış tarzından hayatı yaşayış tarzına kadar birçok noktalarda temelli değişiklikler yapılması gerektiği düşünülmüştür; gençlik çağını aşmış olanlar ise eski kültürün taşıyıcılarıdır. İnkılabın değer sistemini taşıyacak ve yeni hayatı temsil edecek olan bir toplum katı aranırsa bu ancak genç nesil olabilir. Orta yaşlı ve daha yukarısında olanlar arasında inkılabı destekleyenler pekâlâ çıkabilir, zaten inkılap hareketinin yaratıcısı da o nesiller içinden çıkmıştır. Fakat inkılabı ülkeye yerleştirmek isteyenler yaşlı nesillere daima şüphe ile baka gelmişlerdir; yaşlıların zihinlerinde eskinin izleri her zaman kalacaktır, çünkü o izler ve şuurun derinliklerine kadar bütün duygu ve düşüncelere kök salmıştır. İnkılapçı bu yüzden sağlam bir nesil yetiştirmeyi görebilen insanları topluma hâkim kıldığı an davasının başarılı olacağını düşünür.
Odgurmuş: Bizde gençlik hareketlerinin 2. Meşrutiyetle başladığını belirtmiştiniz. 2. Meşrutiyetle birlikte neler değişti de genç insanlar yavaş yavaş seslerini duyurmaya ve siyası alanda da görünmeye başladılar?
Güngör: İkinci Meşrutiyet inkılapçıları çocukluk çağından başlamak üzere genç nesli yetiştirmek için yeni bir eğitim tarzı uyguladılar. İnkılabın temel sloganlarını –Hürriyet, adalet, müsavat, terakki, kardeşlik vs. – çeşitli kalıplar içinde öğretmeye çalıştılar. Bu sloganlar çerçevesinde özellikle öğretmek istedikleri şey inkılap öncesinin ne kadar karanlık ve kötü olduğu idi. Bizde Cumhuriyet devrinde de çok kullanılan “Devr-i sabık”, “İrtica” gibi sözler meşrutiyetçilerin icadıdır. Çocuklar ve gençler yeni sloganlarla birlikte yeni kahramanlar, yeni rehberler tanıdılar. Gözler başka yerlere çevrildi, imparatorluk tebaası olmak yerine milli bir hüviyet kazanmaya doğru ilk adımlar atıldı. İttihatçılar belki çok sathi bir muhteva ile ortaya çıktılar, ama onların gençlik üzerindeki tesirleri çok yaygın ve kuvvetli olmuştu.
Cumhuriyet bu inkılabın daha geniş ve derin boyutlarla bir devamı idi. Cumhuriyetin asıl kadrosu Meşrutiyet inkılapçıları ve Meşrutiyet içinde yetişmiş gençlerdi. Bunlar Meşrutiyetin zaman içinde devamı olmakla birlikte siyasi bakımdan ona bir antitez teşkil ettikleri için, gençliğin yetiştirilmesinde daha değişik temalar kullandılar. Cumhuriyetçiler klasik kültür değerlerinden uzaklaştıkları ölçüde yeni bir nesil yaratmaya ihtiyaçları da o derecede artıyordu. Onlarda Meşrutiyetçiler gibi işe bir maarif inkılabıyla başladılar ve burada büyük kitlelerin inkılabın temel prensiplerini öğrenmesini ve benimsemesini sağlayacak bir eğitim seferberliğine özellikle önem verdiler. Bu seferberlik elbette ilkokul seviyesinde veya okuma yazma derecesinde olabilir. Halka inkılabı en iyi genç öğretmenler, yani kafası eski hayat ve eski değerlerle karışmış olanlar öğretebilirdi. Cumhuriyetin öğretmen üzerinde çok durmasının ve öğretmeni belki bilgi ve görgü vermekten ziyade inkılabın güvenilir adamı olarak görmesinin başlıca sebebi de budur.
Odgurmuş: Elbette rejimi korumak ve yerleştirilmeye çalışılan yeni hayat ve yeni insan tipinin yerleştirilmesi için gençlik önemliydi. Nitekim öyle oldu okullarda geçmiş ile olan bağın koparılması eskinin kötülenmesi, yeni rejimin oturtulması için tek adam, ten önder ve ebedi şefler de gerekliydi bütün bunlar yapıldı.
Güngör: Cumhuriyet içinde yetişmiş gençlik İkinci Dünya savaşından sonra devlet hizmetlerine geçmeye başlamış ve cemiyet hayatında tesirini göstermiştir. Onlardan öncekilere, yani Birinci Dünya Savaşı devrinin gençlerin Türkiye’de hep “Kayıp” gözüyle bakılmıştır. Meşhur romancı bunların süpürge tohumu ile beslendikleri için hiçbir işe yaramayacaklarını söylüyordu. Gerçekten Cumhuriyeti gençlik çağında idrak etmiş olan nesil İkinci Dünya Savaşının o çalkantıları içinde önce çok sefalet ve ızdırap çekmiş, sonra ise kendinde ne değişmeye ayak uyduracak canlılık ne ona karşı çıkacak bir kuvvet ve azim bulabilmiştir.
Cumhuriyet gençliğine gelince, rejimin gözbebeği gibi görülen bu kitlenin İkinci Dünya Savaşına kadar herhangi bir vesile ile –Bayramlarda merasim yapmak hariç— varlığını hissettirdiği görülmemiştir. O günlere kadar tek parti idaresinin dışında hiçbir kitle gücü olmadığı gibi, bir gençlik gücü de olmamıştır. Gençlerin yetiştirilmesi ise geleneksel himaye ve gütme politikası ile yürütülmüştür. Bunlara bağımsız düşünme alışkanlığı yerine rejime kayıtsız şartsız sadakat ve siyasi muhaliflere karşı amansız düşmanlık öğretilmesi temel ilke olmuştur.
Odgurmuş: Konu uzun ve derin, siz de konuyu çok geniş bir şekilde ele alıyorsunuz. Dündar Taşer konusu üzerine söyleşimize yine devam edeceğiz.
(Konuya devam edeceğiz)
**
Kaynak: Erol Güngör, “Taşer’in En Büyük Hizmeti”, Töre Dergisi, Bimaş Matbaacılık, Ankara, Haziran 1979, sayı:97, sayfa: 10-12