SURİYE’DEN NE İSTİYORUZ?
Ali BADEMCİ
Hükûmetimiz istediği kadar Suriye’ye müdâhaleye gönüllü olsun, insanımızın çoğunluğunun böyle birşeye şiddetle karşı olduğu gözler önündedir. Yani hükûmetin plânları ve düşüncesi millet tarafından tasvip edilmemektedir. İktidarın seçilmişleri bile bu konuda yekvücut olarak lider kadrosu ile aynı fikirde değildir. Hükûmetin müdâlahenin de ötesinde Suriye ile savaşmayı bile göze almasını “milli” düzeyde izâh etmek mümkün olmadığı gibi, ”uluslararası” seviyede de ahkâm kesecek kadar büyük devlet sayılmadığımız bir gerçektir. Bir kere şu” kimyasal” meselesi bile özellikle Amerika için sıradan bir bahaneden başka bir şey değildir. Çünkü öyle uzaklara gitmeye gerek yok, benzer şekilde Irak için ortaya sürülen gerekçelerin zaman içinde hiçbirinin doğru olmadığını yaşayarak gördük. Tabii böyle bir şey Suriye’deki durumun tasvip edilmesinin gerekli olduğunu da kimse kabul etmez.
Suriye’deki iç savaşa müdâhil olmamızı “millî” anlamda izâh etme güçlüğünü insanımızın, çoğunun bu işe karşı olmasından rahatlıkla anlıyoruz. Sayın Başbakanın seçimlerde aldığı %50 oyu muhafaza ettiği düşünülse bile herhalde rey verenlerin tamamının onun gibi “Cesûr bir cengâver” olduğunu düşünmek mümkün değildir. Özellikle Baas iktidarları döneminde Suriye ile ilişkilerimizin çok kötü olduğu zamânlarda bile devlet asâbiyetimizin bu kadar gergin, hariciyemizin bu kadar savaşçı bir kararlılığa sahip olduğunu düşünürsek çok yanlış yapmış oluruz.
İşin ters yanı bizim gibi “Ordu-Millet” devletlerinde savaş gibi önemli bir karar için ordu ve halk, daha ziyâde etkili olması gerektiği, halde zikredildiği üzere halkta isteksizlik “Ordu”da derin bir sessizlik görülmekte; temkinli, akıllı, sesiz ve gerçekten derin olması gereken devlet-hükûmet ve hariciye açıkça “silâhşörlüğe” soyunmuştur. Bunu anlamak ve hattâ ileri nesillere izâh etmek mümkün değildir..
Acaba Suriye müdâhalesinden bilmediğimiz, muhalefetin ve milletin farkedemediği bir büyük millî çıkar veya Avrupa-ABD ağzı ile ekonomik fayda mı var? Suriye’nin, Afganistan, Libya, Irak gibi böyle imkânlara sahip olmadığını biliyoruz. Amerika ve herhalde iknâ etmiş olduğunu düşündüğümüz Avrupa için belki şu “BOB” akla gelebiliyor ama aslında onun da (….) çıkmış durumda. Düşünelim ki bizi başkası ilgilendirmiyor: Bizim derdimiz ne? Herhâlde bazı kafaların söylediği gibi “Sünniler”i korumak veya “Sünni İslâm”a lider olmak gibi düşünceler de bana göre ziyâdesiyle abartılıdır. Çünkü “Müslüman Türkiye”nin mânevî dünyası böyle ahmakça bir heyûlâya kesinlikle müsaade etmez. Düşünemiyoruz ama acaba bizim ”Türkmenler”i mi korumak istiyoruz, demek kafamızdan geçiyor ama ortada Kerkük sendromu var.. Sonra “Milliyetçiliği” ayaklar altına alan her şeyi din ekseni etrafında projelendiren ve “Stratejik Derinliğe” kavuşturma iddiasında olan devlet adamlarımız kesinlikle böyle rüyâya dalmaz.. Canım herhâlde Suriye’yi “Ekrad”a teslim edecek kadar hâinlerin aramızda hattâ başımızda olduğunu düşünmek bile doğru ve inandırıcı olamaz. Sonra “Nil’den Fırat’a İsrail” emellerine de en fazla Sayın Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız ve “Ak-İslâmcılar”ın karşı olması gerek. Çünkü çocukluğumuzdan beri “Siyonizm” diye diye başımızın etini yediler de şimdi “Siyonizm”e hizmet mi edecekler?
Şöyle bir taaccûb de var: Bizim Devlet-Hükûmet otoritemiz Suriye ile savaşı bile göze alıp, “Ak-İslâmcı” yazar-çizer ve kamuoyu önder takımının böyle bir müdahaleyi “Âyet ve Hadisler”e dayandırma gibi gafletleri iyice incelediğimiz zaman müdâhaleye “Dâvetiye” alıp almadığımızı da bilmiyoruz. Sayın Başbakanımız en son “Kosova” örneğini ortaya attılar ama bu işin görünen ve görünmeyen yanlarının bile Suriye ile ilgisi ve benzerliği yoktur. Uluslararası zayıf bir müdâhale için ABD-İngiltere-Fransa çalışıyormuş da, biz de muharib güç olarak iştirak etmeyecek sınırlarımızı korumak gibi ”Aktif ve Şümûllü Müdâhale” de bulunacakmışız. Allahaşkına güldürmeyin insanları.. Tıpkı Irak’da tâkip edilen yanlış politika sonucu, sanıyorum bizi hesaba katan da yok. Kendi kendimize “Gelin-Güveği” oluyoruz. Ülkenin her yanına “Patriot”ları kaç ay evvel dikmek sûretiyle de bütün komşularımızın hedefi olduk.
Sahi muhâlefetin de artık çok açık konuşması lâzım? Sâdece tenkit yerine olumsuzlukları ortaya koymaları şart. Tabii kanın durması ve iç savaşın bitmesi reçetelerini de içlerinde çok kıymetli ilim adı, uzman ve hâriciyecinin bulunduğu CHP ve MHP, milleti adam akıllı aydınlatmalıdır. MHP’de Suriye’yi çok iyi tanıyan Sayın Mehmet Şandır’a bu konuda çok görev düşmektedir. Sayın Şandır Bayır-Bucaklı’dır. Devlet katında fikirlerine ve uzmanlığına güvenildiğini tahmin ediyorum. Halep’ın durumu nedir? Hama, Hımus gibi Türk Müslümanlığı’nın tarihi kaleleri ne âlemdedir? Bunlar Şandır’ın işi.
CHP’ye gelince. Bence Hatay Alevilerinin çoğunun reyini alan ve bünyesinde bir hayli yöre aydını olan ana muhalefet elindeki bu imkânlara sahip mi? Kılıçtaroğlu, yörede ekonomik yönden de çok güçlü olan bu kardeşlerimize, hükûmete rağmen “Devletimiz ve Milletimiz” adına sâhip olmak mecburiyetindedir. İktidarca CHP’nin bunlara “müteharrik” unsur olduğu görüşlerine çok yanlıştır. Böyle bir durum bu insanları “Esed”in kucağına atar ki gerçek tehlike buradadır. Esâsında Reyhanlı hâdiseleri bu tehlikenin habercisiydi. Fakat “Hatay Alevileri”nin ne derece Atatürkçü kişiler olduğunu yakından biliyoruz. Küsürât görüşlere meyledecek kadar Türklük’den uzak değildirler. ”Gezi Olayları” dolâyısiyle cenazelerini Türk Bayrağına sarılı olarak “Şehîd” olarak defnettiklerini heyâcanla izledik. Bu kardeşlerimiz “Akiller”in “Aleviler Ne Olacak “ şeklindeki sorularını tükürükle karşılamışlardır. Çünkü onlar kötüye uymayacak derece vatansever insanlardır. Benim birçok ortaokul ve lise arkadaşım bizim kuşağın modası olarak belki sol görüşü benimsediler ama hiçbir zaman “Mezhepçi-Ayrılıkçı-Baascı” olmadılar. Hem de “Baba Hafız”ın en azgın diktatörlük devrinde.. İyi ve kötü günlerde hep birlikte Türk Bayrağının şeref ifâde eden dalgalanması altında güven, huzûr ve şevkle oturdular.