Biraz da politika yazıp havayı değiştirelim istiyorum. İsterseniz bugün de MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’yi değiştirmenin yollarını araştıralım. Öyle ya aklımıza geldiği şekilde konuşan bir millet olduğumuz gerçeğinden hareketle, bugün siyasi olarak bu genetiği temsil eden ülkücü câmiada, artık kolay olmayan her gün muhayyel imparatorluklar kurmak gibi ulu-orta “Genel Başkan” değiştirmek de en basit sohbetlerde bile konuşulmaktadır. Kültürel ve sosyal bir geleneğimiz olan “Gayri Memnunluk” ne de olsa ruhumuza kadar işlemiştir! Radikal solda da bu geleneğin hâkimiyeti vardır. Yani şu anda siyasi yelpazede bu görüşü temsil eden CHP’de!
Herşey her zaman kolay mıdır? Önemli olan bir meselenin isyana dönüşmemesidir. Çünkü bunun her bakımdan ve her devirde zararlarını evvelâ yine bu tutum peşinde olanlar çeker. Günümüzde parti genel başkanı değiştirmenin kuralları bellidir: Siyasi Partiler Kanunu. Değiştirme işinde, mevzuatagöre seçenlerin yine bu mevzuat dahilinde düşürülmeyi düşünmesi şarttır. Mevzuatta handikaplar varmış! Bu çok ayrı bir husustur. Hangi partide olursa olsun demokrasi ile idare edilen ülkelerde mevcut kanunlara göre seçilen insanların yine geçerli olan bu mevzuatın kendilerine verdiği hakları kullanmamalarını istemek çok yanlıştır. Böyle olunca son 15 yıldan beri DP örneğinde olduğu gibi siyasi haritadan silinirsiniz ve genel başkanlık yapacak birini dâhi bulamazsınız. Bu sebeble tenkitlere muhatap yapılanların tamamen kanundan kaynaklanan kendini koruma refleksini de yanlış bulamayız. Bu eski deyimle eşyanın tabiatına ve her şeyden evvel sosyal kanunlara da uygun değildir.
Her nedense Genel Başkan değiştirilmesi hep muhalefette konuşulur da iktidarlarda zâhiri ve uzak ihtimallerdir. Bunun sebebleri seçimlerdir. Çünkü başarısızlık ve az başarılı olmak en büyük tenkid ve kargaşalık sebebi olup, böyle sonuçlar hep Merkeze ve Genel Başkanlar’a bağlanır. Bu görüş de çok doğru değildir. Başarısızlık varsa bu bütün camiaya aittir. Kendileri veya alt yönetimler nedense bu kusurları sahiplenmek ve ona göre bir özeleştiri yapmak gibi doğru yol varken eksiklik ve kusurları hep başkanlarının üzerine atarak yeni teoriler üretirler! Yani hangi parti için olursa olsun böyle bir düşünce doğru mudur? Genel Merkez şu il veya ilçe ile ilgili olarak tasarruf hakkını kullansaydı sonuç böyle olmazdı, kaabilinden kendilerine ait olmayan bir tasarruffun kullanılmasını istemek hiç de doğru ifâdeler değildir. Bunu o oluşumlar teşekkül ederken yine kendileri düşüneceklerdi.Hiç kimse kendine ait olmayan bir hakkı kendi düşünceleri ve başarısızlıkları için bir kalkan olarak kullanma imtiyazına sahip değildir.
Başarı ve başarısızlığın konuşulacağı ortam mevcut mevzuata göre iki yılda bir yapılan “Kurultaylar”dır. Böyle bir durumda o zamanın sonuna kadar kimsenin ve hiçbir siyasi partide bir şey söylemeye hakkı yoktur. Bilhassa “Ülkücü Câmia”da, kerameti kendine bağlamak rahatsızlıktan başka anlama gelmez. Çocuklarına bile akşam yatıp sabah kalkarken “Destan” anlatmak gibi güzel ve eğitici bir yol varken plâstik kılıç ve silâh vermek gibi kötü geleneklerden artık sıyırılıp modern anlamda siyâsî bir toplum ve câmia haline gelmemiz şarttır. Böyle tamamen afâkî ve içe dönük iddia ve tartışmalarla ne iktidara gelinir, ne de “Devlet” kuvvetlendirilerek “İmparatorluk” gücü yakalabilir.
Bu yazı ile bir tartışma başlatmak gibi bir eğilimi kesinlikle arzu edenlerden değilim. Hele yıkıcı olan tenkitlere tamamen tedbirli ve karşıyım. Lâkin yaygın olarak konuşulan şeylerden câmia olarak bilgilenmemiz de şarttır. 40 yıldan beri yapılan hataları tartışmamanın netice vermediği ve yeni tartışmaları arkasından getirdiği bir gerçektir. Gerekli olmayan bunlardır. Her gün sür’atle bilgi ve birikim düzeyimiz artarken geçmişte yaptığımız hataları görmemezlikten gelip yeni ve çıkmaz yollara sapmamız, yokuşlara tırmanmamız genci ve ihtiyarı ile bölünmez bir bütün olan “Ülkücülüğü” pek güçsüz duruma düşürür.
Bütün bu görüşlerin ortaya dökülmesinden rahatsız olanlar ve meseleyi iki tarafa da çekenler olabilir. Lâkin korur gibi göründüğümüz bir takım şahıs ve makamlarla zerre kadar organik bağımız olmadığını ehemmiyetle ifâde etmeliyim. Bu sebeble siyasi bir beklenti içinde bulunduğumuzu da kimse söyleyemez. Bu satırlar düz bir ülkücüye aittir. Kesin ve keskin olarak nitelendirilebilecek görüşlerin şu veya bu yöne çekilmesi de mümkün değildir.
Elbette iç meselelerin de rahatça konuşulması şarttır. Fakat önemli olan bütünlüğü bozmamak ve müşterek hedeflere kilitlenmektir. Başka istikamete kayan tercihlerin sebebi kesinlikle yıkıcı ve dağıtıcı tenkitlerdir. Hiç kimsenin aklı bir başkasından fazla değildir. Tercihlerin “Muska” ile yön değiştirdiğini söyleye bilir miyiz? Adamlar gerçek bir hezimeti birkaç günde zafere dönüştürmeyi başarmışsa biraz da kendimizin yetersiz çalışmalarını neden fark etmiyoruz. Elbette hezimet veya nisbi başarılarda herkesin olduğu gibi üst karar mercilerinin de kusurları vardır. Herhalde yoğun bir çalışmanın sonuçları mutlaka muhasebe edilmektedir. Kazanmak istiyorsan işte Mersin ve Adana örneği; demek ki başarılı olmak hiç de zor değildir. Buralarda ülkücülere verilen değerin hesabını yapmak mümkün mü? Yıllarca Adana’da bir milletvekili, muhterem Başbuğ’u seçtirecek oy alınmakta zorlandığı gibi mahalli seçimlerde alınan sonuç bugün bir kasaba kadar olamıyordu. Mersin’de ise doğudan gelenler seni katlayacak sonuçlara imza atıyordu. Sosyal bilimlerle izâh edemeyeceğiniz bu çapraşık durum, şimdi kırılmış ülkücülük olarak varoşlardan başlayan muazzam bir başarı elde etmiştir.
Bütün bunlara bir arada mütalaa edeceğiz.”Temcid Pilâvı” gibi bazı hâtâları durmadan kalkan olarak kullanmak ülkücülüğü “Urfa-Mardin-Diyarbakır”a taşımaz. Çoğunluk doğu halkının bile istenmediği o kırmızı haritayı ancak sabırlı olarak çalışmak suretiyle değiştirebiliriz. Devlet yanlısı sosyal bilimciler yıllardan beri bu insanların “Bir Lokma-Bir Hırka” mücâdelesini görmemezliklen gelerek onların menşeylerini ispat etmek gibi bir politikanın 90 yıllık geçmişi hiçbir işe yaramamıştır. Hâlâ bu yığınların liderlerinin milliyetlerini sorgulamanın da çok önemi yoktur. Alparslan Türkeş’in böyle bir söylemi ortaya attığı dönemler çok gerilerde kalmıştır ve zamanı için ifâde edilmiştir. Bu vaki ifadeler o zaman önemliydi. Şimdi güya deşifre edilen insanların bir lafı ile “Hop oyurup,hop kalkan” kitleleri yolundan döndürmek mümkün değildir. Aksine yeni milliyeti şımartacak, ”Ermeni Diaspora”ya güç verecek, biraz da milletin moralini bozacaktır.
Netice olarak herkesin diline sahip olmasını tavsiye ediyoruz. ”Kurultay” ne zaman ise delege seçilirsin ondan sonra serüveni ancak realiteye dönüştürme fırsatını yakalarsın. O zaman konuşmak hakkındır. Kimse veya hiçbir irade de bunu engelleyemez. Elbette varlığını sürdürme ve kendini koruma gibi serbest refleksi muhatapların kullanmak istememesi gibi bir şeyi düşünmek ve beklemek yanlıştır. Herşeyin serbest iradenin tezahürü ile oluşmasını hazmetmek ve kabullenmek en doğru olanıdır.
Kalın sağlıcakla.