Krallık Devrinde Türkmenler:
Osmanlı’nın yıllarca Boğaz’a nazır konaklarda barındırdığı ve İstanbul 1852 doğumlu olan, güya peygamber sülâlesinden Hicaz Vâlisi Şerif Hüseyin, İngilizler tarafından kendi devletine ve velinimetine karşı isyan ettirildikten sonra sahiplenmeye çalıştığı Hicaz’ı, bu sefer kendini kullananların Selefi-Vahabi çizgideki Suudileri desteklemesiyle sahte “Halifelik”i ile birlikte krallığı da kaptırınca, canını oğlu Ürdün Kralı Abdullah’ın yanına atmış ve buradan da 1931’de cehenneme yolcu edilmiştir. Bu hainin diğer oğlu Faysal, Irak’ta İngilizlerin manda idaresinin göstermelik kralı idi. Babası ile birlikte Arap Milliyetçiliğinin kurucusu olan bu zat, daha 1924’lerde Fransızlar tarafından Suriye’den kovulmuştu.
İngilizler, güya Irak’ta 1932 yılında “Manda” idaresine son verdiler. Faysal ve Arap asıllı sanılmasına rağmen gerçekte Türk asıllı olan Osmanlı Paşa’sı Nuri Said, birbirine ve İngilizlere çok bağlıydılar. 1930’da başlayan 1958 yılında ölümüne kadar Irak Krallığı’nın muhtelif tarihlerde 8 defa Başbakanlığını yapan Nuri Said, savaştan beri Haşimi Hanedanı’nın vazgeçilmez taraftarı idi. Bu ikili, Krallığın daha ilk günlerinde Türkmenlere nefes bile aldırmadılar. Irak Krallığı döneminde Faysal’ın biri gitmiş diğeri gelmiş ama kesinlikle Türkmenlerin kaderi değişmemiştir. Ermeniler ve Kürtler kendi okullarında ve kendi dilleri ile eğitim görürken Türkmenlere Türkçe konuşmak bile yasaklanmıştır. Türkmen asıllılar hiçbir devlet görevine getirilmiyor, askeri okullara kabul edilmiyor, edilse bile “Astsubay” seviyesinde kalıyorlardı. Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere Kürt idareciler, belediyelere Kürt başkanlar tayin ediliyor, petrol şirketlerine, Ermeni, Asurî, Kürtler yerleştiriliyor, Türkler buralarda işçi bile olamıyorlardı. Parayla tutulmuş birçok yazar, Kürt tarihi ve Kürt edebiyatı gibi sözde eserler ortaya koyarken, birçok Kürt gençleri de Londra’ya gönderilip orada kendilerine Türk düşmanlığı aşılanıyor, döndüklerinde Türklerin başına idareci olarak görevlendiriliyorlardı. Böylece yabancı ve hâkim güçleri cezbeden Kerkük petrolleri kelimenin tam anlamıyla bir felâket vesilesi oluyordu.
Irak’ın Arap Milliyetçisi ve İngiliz himayesindeki örtülü Kürt Milliyetçiliği, ağır ve dayanılmaz ölçülerdeki baskı ve sindirmeler ile Türkmenliği yok edeceklerini düşünmelerine rağmen Türkmenler ve onlarla her bakımdan kaynaşmış, “Osmanlı” olmuş bilhassa Musul Araplarının Türkiye’ye karşı sevgi ve bağlılıkları bir türlü azalmıyordu. 1937 yılında “Sâdâbâd Paktı ”dolayısıyla Irak’a giden Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Türkiye heyeti, özellikle Kerkük bölgesinde coşkun tezahüratla karşılanmış, bu aşırı ilgiden ürken İngiliz destekli Kraliyet Hükümeti, bundan sonra Türkiye devlet görevlilerinin buralara ziyaretini ve Türk gazetelerinin Irak’a girişini yasaklamıştır.
8 Temmuz 1937’de İngiltere’nin teşvik ve organizesi ile Türkiye-İran-Afganistan-Irak arasında “Sâadabâd Paktı” adı verilen 5 yıl süreli bir güvenlik işbirliği anlaşması imzalandı. Fakat 1937’de Irak’ta Krallık döneminin ilk ihtilali oldu. İngilizlerin kucağında büyüyen Kürt hareketinin ilk meyvesi olarak yine bir Osmanlı subayı olan Kürt asıllı Bekir Sıtgı idareye el koydu. Komünist eğilimli ve kendini ilk günlerde mutedil Arap Milliyetçisi olarak tanıtan Sıtgı’nın Başbakanı Hikmet Süleyman Türkmen’di. İkinci Dünya Savaşı’nda Irak İngiltere’nin yanında Almanya’ya savaş ilân etti ise de, bu arada iç karışıklıklar ve ordudaki huzursuzluklar sürdü ve üst-üste birkaç askeri ihtilal daha oldu. Fakat hiçbir şekilde Türkmenler üzerindeki baskı ve yıldırmalar, hatta sürgünler durmadı. 1941 ve 1946 yıllarında birçok aydın canından bezerek veya kaçak duruma düşerek Türkiye’ye iltica ettiler.
Bağdat Paktı Zamanı:
1943’de “Saadabad Paktı” 5 yıl süre ile yenilendi; lakin bu süre sonuna doğru etkisi azalarak, yeni bir organize olarak bu sefer Amerika himayesi ve denetiminde, 1955 yılında Türkiye-İran-Irak-Birleşik Krallık-Pakistan arasında Bağdat Paktı imzalandı. Daha sonra “CENTO” diye adlandırılan bu örgüt “NATO” gibi bir soğuk savaş dönemi organizesiydi. Öncekinden farklı olarak bu sefer patron İngiltere değil ABD idi. Türkiye başta Irak olmak üzere, diğer Müslüman ve kardeş ülkelerle bu birlikteliği çok ciddiye almıştır.
Başta hain ve namussuz Osmanlı Paşası ve Irak Başbakanı Nuri Said olmak üzere Irak idarecileri Türkiye’ye davet edilmiş, İstanbul’un en mutena ve tarihî sarayları ağırlanmalarına tahsis edilmiş, Türk Üniversiteleri Iraklı öğrencilere sonuna kadar kapılarını açmıştır. Bütün bunlar Irak’ta Türkiye ve Türklük hasreti ile yaşayan bir milyondan fazla Türkmen’in hatırına yapılıyor ve üzerilerindeki baskının bir nebze olsun hafifletilmesi amaçlanıyordu. Bütün olumsuzluklara ve Türk düşmanlıklarına karşılık “Kürt” bakan ve idarecilere de oldukça müşfik davranılıyordu. Irak-Ürdün Federasyonu’nun Başbakanı Nuri Said, Irak Başbakanı ise Osmanlı Kürdü Ahmed Muhtar Baban, İçişleri Bakanı ise İngiliz yetiştirmesi Kürtçü Said Kazzaz idi.
Ne yazık ki, Türkmenlerin hatırı için Irak Hükümeti mensuplarına yapılan fevkalade muamelelerin hiçbir faydası olmuyordu. Hükümet Kürt asıllı Reşid Necip adlı bir Türk düşmanını, Türkmen Kerkük’e Vali tayin etmiş, bu zat da ilk olarak Türkmen asıllı Belediye Başkanı’nı görevden alarak yerine Fazıl Talabani adlı bir Kürdü getirmiştir. Dolayısıyla Türkmen Kerkük’ün hem Valisi ve hem de Belediye Başkanı Amerikalıların gözetiminde Kürtleştirilmiştir. İşte Kürtlerin şımartılma devri bu zamanda başlamıştır. Kerkük’ün tarihî Türkmen kütüphaneleri Kürt eser ve broşürlerle doldurularak Türkmenlerin Kürtleşmesine çalışılmıştır
Tarafsızlık umularak Türkiye’nin de tasvip ve destekleri ile Irak’a müdahil olan Amerikalılar İngilizlerden de beter çıkmışlar ve adeta İngilizlerin Türk düşmanlığını katlamışlardır. Sanki Irak’ın kuzeyinde bir milyon Türk değil de sadece Kürtler yaşıyormuş gibi, onlara taviz verilmiş güya komünist olmaları engellemek istenmiştir. Hâlbuki yeni nesil Kürtlerin ve fanatik Kürtçülerin tamamı Rus yanlısı ve Marksist’ti. Dolayısıyla ufuktaki 14 Temmuz 1958 kanlı ihtilali, bu gerçeği ziyadesiyle ortaya koymuş, Kürtlerin kime hizmet ettikleri açıkça ortaya çıkmıştır. Böylece «Bağdat Paktı» ve Nuri Said iktidarı politikalarının Türkiye ve Türkmenlere neye mal olduğunu, Arap dünyasının Türklere olan kin ve nefretini nasıl artırdığını ortaya çıkarmıştır.
(Yarın 1958 İhtilali-Barzani ve Büyük Türkmen Katliamı).