AKP iktidara geldiği zaman, Kürtler adına bir mücadele verdiğini söyleyen ve bu konuda binlerce insanın katili olan PKK silâhlı hareketinin bitme noktasına geldiğini hepimiz bilmekteyiz. Fakat şartlar ne olursa olsun “Kandil Dükalığı” ve dağdaki insanlar duruyordu. Bu vaziyette bir devletin sınırları içinde istenmeyen silâhlı unsurların bulunması bir mesele olarak ortadaydı. Şartlar ne olursa olsun acemi iktidar bazı merkezlerin de tavsiyesi ile herkesin gördüğü tabloyu tam okuyamamış ve 200 seneden beri pek meraklı olduğumuz “İslâhat” müessesesine müracaat ederek yanlış da olsa kendime göre bir çare üretmiştir, diyebilir miyiz? Böyle ise ortada hiçbir mesele olmadığını kabul etmiş oluyoruz ki bu kadarın da fazla ve biz de mevcutlar gibi hata yapıyoruz demektir. Durmuş dahi olsa pusuda bekleyen bir ayrılıkçı terörün olduğunu bütün tali unsurları ve siyasi kombinezonu ile kabullenmek gibi bir mecburiyet tarihin daha doğru okunduğuna işaret eder. Hükümet sırf popülist sebeplerle ve “Akan kanın durdurulması” gibi bir övünç sloganını kendi lehinde kullanmak için, talep edilen veya edilmeyen her şeyi kabul etmiş veya eder görünerek cinlikle işin altından kalkacağını sanmış, netice olarak işi bu günkü çıkmaza getirmiştir.
“Açlım” dedikleri bu paketin geçici de olsa ölümlerin önüne geçtiği, fakat hareketi geri adım atılması zor olan siyasi bir mecraya çektiği gerçeğini görmemek mümkün değildir. Sanıyorum tek başına MHP’li milliyetçilerin akademisyenlerden kurulu 300 kişilik bir ARGE’si vardır. CHP’li Atatürkçülerin de en az bu kadar bilgi ve siyaset yaratıcı kadrosu bulunmaktadır. Ülkenin üç beş “Akil” adamın aklı ile bugünlere gelmediğini de hepimiz bilmekteyiz. Şimdi tam bir çukurdayız. Bu kurullardan, ”Açılım yanlıştır, eski şekilde olduğu gibi silâhlı mücadeleye devam edilmelidir” veya “Doğrusu böyle olmalıdır” şeklinde bir çalışma yapıldığını duydunuz mu; bir karşı tedbirler paket ileri sürüldü mü? İktidar, devlet imkânlarını kullanarak üste çıkabilir; lâkin bu memlekette %50’nin karşılığı olan bir muhalefet vardır, hiç mi politika üretilemez? Böyle bir politika üretilemediği için maalesef muhalefet partileri Güneydoğu’da silinmişlerdir. Hangi ad altında olursa olsun Kürt hareketi bugün büyük şehirlere ve üniversitelere kadar girmiş her türlü etkinlik yapmaktadır. Aynı şekilde %50’lik muhalefet birçok Kürt kardeşimizi de arkasına alarak Urfa-Mardin-Diyarbakır’da yeni politikalarını anlatıp onlarla el-ele vermenin yolunu bulamaz mı? Bugün dahi Şeyh Said’in bazı köktensürme AKP’liler nezdindeki itibarı Kürt halkı ve aydınlarından katbekat fazladır.
Dostlarımız kızıyorlar ve ”Neden bu işleri tartışıyorsunuz, bebek katilini eyâlet vâlisi mi yapaksınız” diyorlar. Dünkü yazımızda bu anlama gelecek hiçbir şey yok; sadece fikir ve çözüm üretilmesi gerekliliğini ortaya koymak istiyoruz. Çünkü bu gün gelinen nokta terörle mücadele etmekten daha zor olan siyasi bir sürece girmiştir. Meseleyi bugün bulunulan noktaya başkalarının getirdiğini ifade etmek işin içinden sıyrılmaya yetmez. Ancak kendimizi kandırırız. Çünkü ülkedeki iyiliğin de kötülüğün de muhatabı devlettir. Silâhlı çözüm daha savunulabilir ve caydırıcı da olabilir. Üç-beş bin milisle silâhlı çözümde diretiliyorsa elbette bunun karşısına devletin tabii savunma refleksi olan güvenlik kuvvetlerinin silâhlı gücü ile ancak karşılık verilebilir. İktidar bile bir takım insanların şımartıldığının farkındadır. Bunun için mutlaka siyaset üretmelisiniz! Abdullah Öcalan, İmralı dışında CIA’nin elinde, kendisiyle görüşmeler yapıldığını gazeteler yazıyor. Avrupa’dan her gün biri gelip diğeri gidiyor! Ne işi var bunların, kilometrelerce öteden gelip gidiyorlar? Ne görüşüyorlar? İşte ifâde etmek istediğimiz budur?
Bugün hiçbir Milliyetçi ve Atatürkçü’nün iktidara, onun kadrolarına ve özellikle de Başbakan’a karşı en ufak bir güveni kalmamıştır. Bugün ak dediğine yarın kara diyebiliyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin en geç ikinci turunda birlikte hareket edecekleri “Siyasi Kürt Muhalefeti” bile adamın bu yönünden fevkalâde şikâyetçidir. Belki çok ağır bir lâf olacak ama halka sorarsanız Selâhattin Demirtaş bile ondan daha tutarlıdır. Bu kadar düşük profilli bir insan şimdi en yüksek makam için diretiliyor. Sayın Kılıçdaroğlu çok güzel çıkışlar yapıyor. Sayın Bahçeli’den sonra o da Başbakan’ın “Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına aldım” gibi tâlihsiz ve bilgisiz bir söylemi, bayrak indirme meselesi için tekrarlaması çok anlamlıdır. Demek ki ülkede AKP ve kandırılmış Kürt oyları dışında kalan muazzam bir muhalefet vardır. Dolayısıyla zaman geçirilmeden en fazla Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar bu muhalefetin birleşmesi ve Başbakan’a gerekli dersin verilmesi şarttır.
Dün de yazdım, Türkiye tıpkı batı gibi demokratik ve üniter bir devlettir. Osmanlı daha devleti teşkil etmeden vilâyetleri oluşturmuştur. Selçuklu ve Türkistan Türk Devletleri’nde de böyledir. Her ne kadar bazı tercüme metinlerinde eyâlet adı geçiyorsa da bu coğrafi anlamdadır. Her ne olursa olsun bugünkü devlet şeklimizin bozulması kesinlikle mümkün değildir. Dünyadaki demokratik idarelerin %90!’ı üniter devlettir. Kişi anlamında bu ülkede herkes serbesttir ve hürdür. Toplum veya topluluk anlamında demokrasilerde ayrı bir idare şekli olamaz. Bunun ne İspanya’da ne de İngiltere’de örneği yoktur. Başbakan belki bir özenti sebebiyle tıpkı ABD gibi “Başkan” olmak, belki tek başlı krallık vari bir idare kurmak istiyor ama bunun 2023 değil kıyamete kadar gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü demokrasi gibi “Üniter Devlet” de insanlığın tarihi bir kazanımıdır. Her bakımdan entegre olduğumuz batı tipi demokratik idare budur. Ama tekrar ediyoruz ki CHP-MHP Milliyetçi muhalefeti mutlaka yatkın Kürt aydınları ve halkı ile bir program gerçekleştirerek insanımızı eski yola döndürmeleri ve “Siyasal İslâm”ın kucağına atmamaları şarttır.
Son Güneydoğu olaylarının bir kısmının Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik iktidar tertibi olduğu az çok görülüyor. Gerçek bilgilere sahip olmadığımız için hepsini bu şekilde vasıflandırmak tabii ki mümkün değildir. Tabii olarak Tayyib Bey’in milliyetçi oylara ihtiyacı vardır. Bunun için de hiç de MHP’yi suçlamasına gerek yoktur; en güzel sömürü şimdi yaptığı gibi Güneydoğu’dur; elinde imkân da vardır istediği cinliği yapabilir. Ama yutturabilecek mi? Akıllı olursak pekâlâ oyunu bozabiliriz. Bunun da yolu Türk- Kürt kardeşliğidir. Dünya kadar aklıselim var: Oturup konuşalım. Gerçek düşman kapıda!
İllet olunacak lâflardan biri de “provokasyon”! Kürt siyasi hareketine göre bayrağı indiren bir çocukmuş, çocuklarını isteyen âileler kiralıkmış da, provokasyon yapılıyormuş! Bayrak meselesinde Başbakan indirenin “İndirilmesi” gerektiğini söylerken; yardımcısı tam tersini ifâde etti. Fakat TSK’nın böyle süfli işe âlet olacağını kimse söyleyemez. İş Başbakan’ın dediği gibi olsaydı ne olacaktı? O da mı “provokasyon” diye adlandırılacaktı! Tarif edemediğin, teşhis koyamadığın, altından kalkamadığın her işin adı provokasyon! Oh ne âla!