Türkmeneli Sosyolojisi
Bugünkü Türk Dünyasında Aral Gölü’nden başlayıp, Merv üzerinden İran bozkırlarına dalıp, tatlı bir kavisle Tebriz ve Erdebil’den Erzurum’a biri direkt; diğeri güneyde Musul’dan Kerkük’e inen Türkmen hattı Irak Türkmeneli’nde tabiata Türk mührünü vurmuş, etnoloji adeta coğrafyaya yapışmıştır. Yine Kerkük-Musul hattından Diyarbakır civarında ikiye ayrılan Suriye-Toroslar-Göller Bölgesi-İznik Türkmen yayı ile ikinci hat olarak da, Adıyaman-Muş-Amasya-Tokat-Sivas-Kayseri-Konya ve Kayseri-Kırşehir- Ankara-İznik hattı 1000 yılda vatanlaşan bir coğrafyanın adı olarak Türkiye’yi teşkil etmiştir. Anadolu-Suriye-Irak-Güney Azerbaycan Türkmen(S)i bugün Önasya’nın Türklüğüne vücut olmuştur.
İşte Irak Türkmeneli’nin sosyolojisi incelenirken, mutlaka bir parçasını teşkil ettiği Türk Dünyası’nın sosyolojik müşterekliğinden ayrılmamız katiyetle mümkün değildir. Türkmen elbette Türkmen’dir; lâkin İran üzerinden bugünkü Türkmenistan ve oradan Türkistan’a geçen asırda bir seyahat yapan A. Wambrey’nin hararetle ortaya oyduğu üzere İran-Irak-Anadolu çift Türkmen yayı, bütün sosyolojik mülâhazalarla pek önemlidir.
Günümüz tarihçilerinden Mustafa Kafalı’nın, Oğuzların Türk Dünyası’nda kahir ekseriyet olduğu yılların Türklerin muhteşem asırları olduğunu ifâde etmesi işte bu gerçeği doğrulamaktadır. Böyle bir ihtişam da zikredilen son coğrafyada gerçek olmuş ve kısmen de olsa halen devam etmektedir.
Acaba “Türkmeneli Sosyolojisi”nden ne anlıyoruz? Şüphesiz ki bütün sosyal tarih; beşeri, kültür, edebiyat, medeniyet, şehirleşme, köy hayatı, din ve inanç durumu, gelenekler ve töre, sosyo-ekonomik vaziyet, siyaset, hülasa olarak bu koridorda insanın sosyal sağlığı.. Büyük Türkmen coğrafyası ile tam bir entegrasyon içerisinde teşekkül eden “Türkmen İdeolojisi”nin bugünkü durumu da mutlaka çok önemlidir.
Büyük Türkmen Coğrafyası içerisinde Irak Türkmeneli’nin kısa tarihçesini bu yazının başında bir miktar anlatmıştık. Emeviler devrinin sonu ve Abbasiler devrinin başından itibaren bir zenginlik ve cazibe merkezi haline gelen, önce Şam ve sonra da Bağdat’ın, Maveraünnehr ve Fergana’da Arap kumandanlar ile temasa gelen Türkler için bir akıntı istikameti oluşturduğu gerçeğini göz ardı etmemek lazımdır. Batı ve Doğu Türkistan’da, Sasaniler ile Çinlilerin arasında sıkışan ve kendi aralarında sosyal karışıklıklar da bulunan özellikle Oğuzlar, İran’ın Arap orduları tarafından çiğnenmesinden sonra Talas’ta karşı karşıya geldikleri Çinlilere, Arapların tam yenilecek zaman özellikle Karluklar’dan yardım görerek bunları da yenmeleri Türklerle aralarında derin bir muhabbetin oluşması ile sonuçlanmıştı. Hz. Peygamber’den rivayet edilen, doğru veya yanlış nakiller, Arapların kafasında oluşan Şarklıların Türkler olduğuna kendilerini ve muhataplarını inandırarak bir efsane oluşmasını sağladığını sanıyoruz. Bu sebeple daha sonra Tolunoğulları ve İhşidler adı ile Suriye’de birer Türk devleti ortaya çıkaran ilk Türkler, buralara paralı asker olarak gelen ve muhtemelen geldikleri ülkelerde birkaç nesil sonra Müslüman olan Türklerdi. Ancak Abbasiler devrinde Bağdat’a gelenlerin çoğunun Müslüman olduktan sonra geldiklerini tahmin edebiliyoruz. Özellikle ilk gelenler İslâmiyet’e geç intibak ettikleri için bugünkü Irak’ın merkezi yerleri ve Türkmeneli’nin Bağdat’a yakın kesimlerinde, Heterodoks Şii Türkmenler oldukları hiç de yanlış bir görüş değildir. Daha sonra bu Şii Türkmenlerin, özellikle Suriye’de etkili olarak Baba İshak Kefersudi vasatisiyle, Baba İlyas’a destek olarak ilk Babailik hareketlerini yarattıklarını, hatta bugünkü Türkmeneli’nde Karakoyunlular’ın da bu sebeple Vefai müritleri etkisi altında kalarak Alevi Türkmenler olduğu bilinmektedir.
İşte Irak’ta bu ilk Türkmen çekirdeğinin, Selçuklu Oğuzlarını davet ettiği böylece 11.asır ortalarından itibaren Abbasi Medeniyetine Türklerin sahip ve ortak olduklarını görüyoruz. Bölgenin Türkmen yapısı, çoğunlukla Oğuzların Bayat boyundandı. Soy ve boy olarak Bayat örtüsü Karakoyunlar ve kısmen Akkoyunlar; Atabeğler soyu Selçuklular, birçok yerde Avşar ağırlık ise Nadir Şah’tan ötürüdür. Bağdat’a yaklaşırken Şii güzelliğin ise Kerbela-Kûfe ile ilk gelen Türkmenler ve Erdebil-Tebriz tekkelerinin eseridir. Türkmeneli’nin %80 Sünni Hanefi temayülü İmamı Azam ve dolayısıyla Selçuklu yılları ile Atabeğler ve Osmanlı devirleri ile ilgilidir. Fakat Türkmeneli’nin Sünnileri o kadar munis ve geniş kültürlüdür ki, Alevi Türkmenler incinmesinler diye “Şii” deyimi bile fazla kullanmazlar. Bu sebeple %20, yani 800.000 nüfusu sahip Şii Türkmenleri kesinlikle Sünnilerden hiçbir şekilde ayırt edemezsiniz. Araplar gibi bu sebeplerle birbiri ile didişmezler. Sünniler arasında çok az miktarda Şafii mezhebinden Türkmen vardır ki, bunlar da Araplar ve zamanının Sünni Erdebil tekkelerinin tesiriyle olmuştur. Belki Kürtlere de aynı şekilde geçmiştir.
Türkmeneli’nde genellikle şehirlilik ağır basar. Hemen hemen göçebeleri yoktur. Ancak batıya Kuzey Suriye’ye doğru gidilirse göçebelik artar. Bu sebeple Türkmeneli, şehirli olmanın bütün medeni unsurlarını taşırlar. Edebiyat, folklor, musiki gibi sosyal ve kültürel hayatın en önemli unsurları çok oturmuş bir manzara arz eder. Türklük şuuru daima ayaktadır ve onlar için fevkalade birleştirici bir unsurdur.
Türkmenler geleneklerine çok bağlıdırlar. Misafirperverlik, komşuluk ilişkileri birer sosyal vakıa olarak töreden sayılır. İlk Abbasi Halifeleri, nesilleri bozulmasın ve kahramanlıkları azalmasın diye onlara yasak ettiği yabancı evlilikleri hala makbul saymazlar ve başka ırklara kız verip almazlar. Normalin üzerinde olan soy ve boy tutkusu taassup derecesindedir. Düğünleri bayram ve bayramları tam bir düğün havasındadır. Dini bayramlarda sosyal dayanışma müesseseleşmiştir. Dinlerine çok bağlı fakat hurafeye azami derecede karşıdırlar. Türk diline çok kıymet verirler ve duaları Türkçe yaparlar. Köyler de bile kadınlar kapalı ve çarşaflı değildir. Hanımlar Türk töresinin gerektirdiği hürmeti görürler.