Ali Bademci
“Ergun Kaftancı”yı ne kadar tanırsınız, bilmiyorum ama hangi görüşte olursa bizim kuşağın, eline matbaa mürekkebi bulaşmış her gazetecide mutlak emeği vardır. Öyle her görüşte deyimini bilerek kullanıyorum; çünkü bir yerde fazla çalışmaz, prensiplerine dokunuldu mu ceketini alır gider. Şimdi 77 yaşındadır.
Sanıyorum “Bab-ı Ali”de adam gibi “Yazı İşleri Müdürlüğü” yapabilecek hayatta az kalanlardandır. Eskiden öyle her önüne gelen “Gazeteci” olamazdı, gazetecilik de zor bir meslekti. Şimdiki gibi cep telefonları ”e-mail” işleri de olmadığı için, eğer bir etkinlik takip ediyorsanız elde ettiklerinizi merkeze aktarmak için PTT’nin önünde saatlerce beklemeniz gerekirdi. Dolayısıyla sabah yazdığınız bir haber, aynı öğle sonu Yazı İşleri Müdürü’nün masasına ulaşabilirdi. Makale ve seri yazılar ise hak getire! Ancak uçak kargosu ile birkaç gün sonra elde olurdu. İşte Ergun Kaftancı bu zamanın gazetecisidir.
Ağabey’imizin kendi ağzından bir biyografisini buldum, paylaşalım ve ondan sonra devam ederiz:
“Ankara’da dünyaya gelmişim; yıl 1937, günlerden salı, Temmuzun 27’nci günü. Köküm Yörük, Antalya’nın İbradı ilçesindenim. İlkokulu İzmir’de okudum, orta ve liseyi İstanbul’da. Galatasaray Lisesi’nden sonra Edebiyat Fakültesi.1957 yılında gazetecilik mesleğine adım attım; hem okudum, hem çalıştım. Kırk iki yıldan beri evliyim, iki oğlum var; büyük işletme mezunu, küçük bilgisayar mühendisi, ikisi de ben gibi. Duygu ve düşüncelerimizden bahsediyorum; Burak da, Doruk da kopyam, nasıl yetişmelerini istediysem öyle yetiştiler. Her çocuk için ilk örnek babadır. Benim için de öyleydi. Ben fazladan Mustafa Kemal’i, Alparslan Türkeş’i, Nihal Atsız’ı, Orhan Şaik Gökyay’ı, S. Ahmet Arvasi’yi, Erol Güngör’ü de örnek aldım. Onlardan tevarüs eden değerleri dikkatle ve titizlikle muhafaza etmekle kalmıyor, başkalarına aktarma görevine yılmadan devam ediyorum. Ergun Kaftancı gerçek adım; bu iki ismin arasında, Ermeniler tarafından şehit edilen dedem Servet Bey’in adı var ama uzun oluyor diye yazılarımda onu kullanmıyorum.
Gazetecilikte 54’üncü yılı sürdürüyorum. Aldığım ödüllerden biri Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü. Yeni İstanbul gazetesinde mesleğe başladım. Akşam, Yeni Sabah, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Günaydın, Güneş, Tasvir, Zafer, Bugün, Millet, Hergün, Ortadoğu, Ayyıldız, Kurultay, Yeniçağ, Günboyu gazetelerinde çalıştım, yazdım çizdim… Duygu ve düşüncelerimde hiçbir zaman kırılma olmadı; hep aynı çizgide yürüdüm. Allah ne kadar nasip ettiyse oraya kadar yürümeye devam edeceğim. Kullandığım birkaç takma isim var; biri Server Muhsin, öteki Burak Türker. Rahmetli M. Necati Sepetçioğlu fazladan, Yılmaz Kaya adını kullanmama da vesile olmuştu. Geldim gidiyorum; gök kubbede bir hoş seda bırakabilirsem ne mutlu bana.”
Ergun Ağabey ile sanıyorum mesleğe atıldığım 1970’li yıllardan tanışırız. En azından “Hergün”de beraber olduk. Aslında fikri-zikri bellidir ama bizim bazı ülkücü arkadaşlarımız maalesef onu itici bularak faydalanmasını bilmediler ve kendisinden bir şeyler öğrenmemekte ısrarlı oldular. Onun için sanıyorum bir iki gidiş-gelişi oldu; fakat 12 Eylül 1980 günü gazete kapandığında Yazı İşleri Müdürümüzdü. Çünkü benim gibi, MHP adına gazetenin sahibi Sahir Bey ile (Allah uzun ömür versin, Ali Sahir Nariç) arası çok iyi idi. Ben cezaevinden çıktığımda Adana’da “Tercüman” Temsilcisi olmuştu; çocuklarından ayrı olduğu yerine beni oturtup, hep İstanbul’a kaçmak istiyordu. Çok güzel günlerimiz oldu. Bu hatıra parçalarını “12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı” adlı küçük kitabımda açık açık yazdım. Kendileri gibi Rahmetli Ord. Prof. Ayhan Songar ve Ahmet Kabaklı ile Prof. Mustafa Kafalı da, benim Tercüman Temsilcisi olmam için Rahmetli Kemal Ilıcak nezdinde teşebbüste bulundular. Kemal Bey de bu işi çok benimsemişti, lâkin “Darbeci” bozuntularını aşamadılar. Biz devlet düşmanıydık ya! Zaten ondan sonra devletimin şahsıma bu garazkarlığı yüzünden mesleğe dönmedim.
İşte Ergun Ağabey ile aynı gazetede çalışmanın dışında böyle çok özel bir yakınlığım oldu. Bizim sefaletimizi ve ezilmişliğimizi gözleri ile gördü; çok da üzülüyordu. Fakat aynen kendilerinin de söylediği gibi yaşamaya devam ediyoruz, işte geldik işte gidiyoruz; hamdolsun ayaktayız.
Muhabbetle.