Ali BADEMCİ
Türkiye’de, soğuk savaş döneminde, tavana vuran“Komünizm-Faşizm Edebiyatı” ülkemize en az elli yıl kaybettirdiği gibi, 68’le başlayıp 78 ile biten bir nesli veya kuşağı mahvetmiştir. Biz bu işlerin içinden geldik; o zamanda aynı şeyleri yazdık. Benim çalıştığım gazetenin arşivlerine bakın, aynı şeyleri yazmış, uğrunda öldürülen suni söylemlerin bir uydurma ve kandırma oyunu, bu oyunun ise dış kaynaklı olduğun belirtmişizdir. O zamanın olaylarını bir militan gibi değil, militan görüşü ile izah etmiş ve bütün bu çıkışların cezasının hesabını işkence odalarında vermişizdir. Basında küçük bir azınlık olduğumuz için bizi çok hesaba katan olmadı; fakat Uğur Mumcu gibi tuzağın farkına varan sol aydınlar katledildi. Buna karşılık, İlhan Darendelioğlu gibi sağ kalem, Gün Sazak gibi dev bir vatansever intikam duyguları ile ortadan kaldırıldı. Bu listeyi oldukça genişletebiliriz; lâkin tartışmanın artık hiçbir faydası yok. İhtilalde her iki grup da kendini “Mamak” zindanlarında görünce, meseleyi pekiyi anladıklarını sanıyordum. Fakat maalesef mücrimler yerine edebiyatçılar hâlâ aynı teranelere devam ediyorlar. İşte cehennem tellâlları bunlardır.
Geçen yıl, 12 Aralık günü 37 yıl önce meydana gelen Kahramanmaraş Olayları ile ilgili bir yazı yazmıştım. Olayları ilk günden itibaren yerinde görüp, yargılamaları da bir celse kaçırmadan izleyen şimdi emekli bir gazeteci sıfatıyla, ”35.Yılında Kahramanmaraş Olayları” başlıklı yazımın girişinde ”12 Eylül öncesini yaşayanlar, bir takım mihrakların, sırf bir ihtilâle zemin oluşturmak için ülkeyi ne hâle getirdiklerini düşündünüz mü? Veya 19 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta yaşanan vahim olayları hiç irdelemeye zamanınız oldu mu? İnceleseniz bile doğru sonuçlara varabildiğinizi hiç sanmıyorum! Bu olaylar sol bir iktidar devrinde gerçekten bir katliamdı. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Ama ne yazık ki nankör sol gibi siz de bu olaylardan “Alevî Kırımı” sonucunu çıkarıyorsanız hâlâ yanılıyorsunuz demektir. Evet, bu olaylarda ülkedeki kardeş kavgasına tek yönlü olarak teşhis konup uygulama da yapılınca, mutlaka insanlarda iktidara karşı bir öfke oluşacaktır. Çünkü zamanın Ecevit Hükümeti iç ve dış mihrakların provokasyonu ile işte böyle tek taraflı bir yaklaşımla öfkeli kamplar oluşmasına hizmet etmiştir.” demiştim.
Şeyh Rıza tabii ki, komünistlik başına vurduğu zaman böyle şeyleri okumaz ve gerçekten inandığı doğmalarla hâlâ çevresine zarar verir. Evvelki gün yine böyle bir ruh hali ile uyanmış, artık mevta olmuş edebiyatın linklerini göndererek o edebiyatını temaşaya çağırıyor. Bu konuda hangi taraftan gelirse gelsin katiyen ideolojik görüşlere katılmam. Zamanın iktidarının Hükümet Sözcüsü Hasan Fehmi Güneş gibi olaylara “Faşist” tertip diye teşhis koyup ülkücülerin işaret edilmesi de, tam militan komünist ezberi ve şamatadan başka bir şey değildir. Çünkü zamanın İçişleri Bakanı, tam olayların içyüzünü açıklamak isterken ona engel olunmuştur; fakat söylediklerini bugün herkes biliyor. Maraş olayları tezgâhlanmış bir halk çatışması idi; elbette içinde bir kısım ülkücü şahıslar da olacaktır! Bunu engelleyebilir misiniz? Çocuk yaştaki bu kişilerin daha sonra nerede ve hangi tartışma mevzuu olan siyasi parti içerisinde yer aldığını araştırıp da, ondan sonra olaylarda MHP adını ağzınıza almanız gereklidir. Daha hadiselerin ilk günü MHP Milletvekili rahmeti Nevzat Kösoğlu, her şeyden evvel âlim ve hukukçu bir zat olarak oradaydı. Fehmi Güneş gibi Ankara’dan afaki beyanda neden bulunmadılar? Çünkü bu ülkede ideolojik ve siyasi anlamda hiçbir zaman “Faşist” olmamıştır. Fakat şimdi daha iyi anlıyoruz ki, binlerce militan zihniyetli komünist ve tahrikçi bulunuyordu.
Geçen sene yazdığım yazı bana göre çok kıymetlidir. Bir-iki paragraf daha verelim:
“Bu satırların yazarı şu anda hayatta olan iki meslektaşı ile beraber vahim olayların başından sonuna kadar şahididir. Gerçekten bu olayları “Katliam” dışında bir deyimle ifâde edemeyiz. Hatta bu deyim bile zayıf kalır; “vahşet” demek gerekir. Morgda tenasül uzuvları bıçakla doğranmış kadın erkek cesetleri gördük. Yâni bunların hepsi Sünnîlik adına mı doğrandı? İslâm tarihinde ancak “Emevî” vahşetini andıran bu tablolar bizim tarihimizde belki ilk ve son olarak vukuu bulmuştur. Başta da zikrettiğimiz gibi “Pol-Der” adı altında hükümet eşkıyasının zulmüne karşı sadece Kahramanmaraş’ta değil ülkenin her yanında korkunç bir tepki oluştuğu bir gerçektir. Ama sırf bu sebeplerle 1978 Maraş katliamını izah edemeyiz. 12 Eylül’den sonra da devam eden duruşmalarda sanık sandalyesine oturtulan zoraki katillerin ifşaatları ve şahit beyanlarının hiç üzerinde durulmadığı olayların aydınlatılmak istenmediği şeklindeki haklı itirazlarla karşılaşılmıştır. Nitekim 23 yıl süren davaların sakatlığı yüzünden Yargıtay tarafından birçok bozulmalarla karşılaşılmıştır. Ve ne yazık ki 12 Eylül darbesinin en önemli sebebi olarak tarihe geçen bu olayların tarafsız bir tarihi de yazılmamıştır. Ülkemiz bu bakımdan her haliyle yaz-boz tahtasıdır. Şu anda Abdullah Öcalan’ın bile masum rolüne oturtulduğu ülkemizde ne yazık ki bu tip toplumsal tahribata göz yummak eğiliminde olduğumuzu unutmamalıyız.
Kahramanmaraş Olayları’nın elbette sağ görüşlü suçluları da vardır. Bizim gibi olayların ilk günü hâdise mahalline varanların ilk gözlemlediği şey halkın ”Acaba hükümet düşer mi” şeklindeki sorulara muhatap olması, sanırım olaylara bakılacak gerçekçi penceredir. Ama hiç kimse ne böyle düşündü ne de halkın bir kesiminin feveranı da olsa anlamak istemedi. Düşünebiliyor musunuz ki, uzun süren yargılamalar sonucunda 68 en önemli sanığın bulunamadığı tespit edilmiştir. Hakikatten bu sanıklar nereye gider? Kimdir bunlar? Rastgele toplayıp yargıladığınız insanların huzuruna neden bu insanlar getirilememiş veya getirilmek istenmemiştir. İşte esas mesele budur. Bu kadar karışık ve şaibeli yargılamalarda işin iç yüzünü bilenler ise verilen idam kararlarının zayıflığından adları kadar emin oldukları için kararlar uygulanmamıştır?
Kahramanmaraş Olaylarının faturası 112 ölüydü. Gerçi 150 rakamları dahi yazılı ve sözlü olarak ifade edildi ise de, gösterilen ve resimlediğimiz gerçek maktul sayısı budur. Rakamların saklandığı, ölü sayısının 500 bile olacağını pompalayanlar da oldu. Ayrıca 200 civarında ağır ve hafif yaralı ile 200 de işyerinin tahrip edildiği resmi olarak yapılan açıklamalardandır. 29 idam 321 çeşitli hapis cezası hükümlülerinin sanırım tamamı sağ görüşlü idi. Anlaşılan yargılamalarda karşıt görüş penceresinden hiç bakılmamıştır.
Olaylardan sonra emekli paşa İrfan Özaydınlı, olayların sebebinin sol örgütler olduğunu söylemiş ve olayların içyüzü ile ilgili mütemmim bir raporu zamanın Başbakan’ı Ecevit’e sunmuştur. Ama ne yazık ki, bu rapor kamuoyuna açıklanmamış, üstelik bakana partisinden büyük tepki gösterilmiş, İçişleri Bakanlığı’na da yukarıda bahsini ettiğimiz Hasan Fehmi Güneş getirilerek olaylar tamamen çarpıtılmıştır. Siz bugün vatan kurtarıcılığına soyunduklarına bakmayın.. Zamanın Aydınlık Gazetesi, uzantıların bilgileri ile yok yere bir sürü insanın yeniden kanına girdiği gibi Adana’da görülen davalara müdahil olarak katılan yine Adana barosu avukatlarından Ceyhun Can (Ölm. Eylül 1979), Hail Sıtkı Güllüoğlu (Ölm. Şubat 1980) ve Ahmet Albay (Ölm.Mayıs 1980) cinayetlerini ülkücülere yüklemekte gecikmemiştir. Gerçekten bu cinayetleri hangi görüşte insanlar işlemiş olsa da, olmasa da, hangi mihraklar tarafından yönlendirildikleri işi ifşaa edenlerin bugünkü konumundan bile bellidir.
Bütün bu yazılanlardan bir sonuç çıkarabildiniz mi? Ben vahşetin mağdurlarına da bu olayların vesilesiyle hayatını kaybeden insanlarımıza Tanrı’dan rahmet diliyorum. Olaylarda dahli bulunan bir yerlere hizmette kusur etmeyip de şimdilerde yaptıklarını çekenleri binlerce defa lânetliyorum. Ve size şunları da altını çizerek sözlüyorum ki, 35 sene önceki yazılarıma da lütfen bakın, bu işler öyle ülkücü filân işi değil gerçek anlamı ile bir provokasyondur. İki ihtiyar ihtilâlciyi yargılayacağınıza neye bu işi doğru gözle görmemekte ısrar ediyorsunuz. Solun daha başından beri bu işe yanlış baktığını ve provokasyonlara âlet olduğunu yıllardır haykırıyorum. Ülkücüler üzerine özellikle yıkılan Adana avukat cinayetlerini de, ülkücü şahısların işlemediklerini iddia etmiyorum. Yapmışlarsa cezalarını fazlasıyla çekmişlerdir. Ama gerçek suçlular hâlâ aramızda, belki yanı başımızda duruyor. 12 Eylül ile ilgili küçük bir belgesel çalışmam inşallah yılbaşında yayınlanacaktır(yayınlanmıştır). Orada yazdım; benim 12 Eylül zindanlarında 105 gün mevkufiyetim sırasında arşivimde bulunan 670 kare orijinal arşivim ve çalışmalarım çalınmıştır. İçeriden çıktığımda harabeye çevrilen gazetede odamda bunları ne yazık ki bulamadım.”
Bütün bu tahlilleri duymamazlıktan gelebilir miyiz? Şeyh Rıza benim yazılarıma yorum göndermiş:”Ama acık bir gerçeği açıkça vurgulamaz savunmaya geçerse hayal kırıklığına uğruyorum. Bu gerçek şu Maraş’ta bir güç Ülkücüleri açıkça kullanıp onlarında içinde olduğu bir kitleye Alevi katliamı yaptırmış. Güneş ne zaman doğacak filmini Ülkü gençlerin derneğine getirip bunu sinemada oynatmışlar. Sonra bir ülkücüye buraya ses bombası koydurmuşlar, bunun suçunu Alevilerin – solcuların üstüne atmışlar. Alevilerin evleri işaretlenmiş. İşaretlenen Alevi evlerine cuma namazından çıkan kitle saldırmış ülkücü kadrolar, MHP taraftarları bu saldırganların içinde aktif olarak bulunmuş, bu kitle “Maraş size vatan olmaz mezar olur yaşasın Türkeş yaşasın MHP” diye sloganlar atmışlar; bunlar Savcının iddianamesinde var. Şimdi bütün bunları bildiği halde savunmaya geçmesi Ali Bademcinin araştırmacı kimliğine yakışmıyor. Yakıştıramıyorum.
Bakın Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler kitabını yayımlayınca bunu okuyup önemli buldum, Edremit’e gittiğimde kendisi ile görüşüp onu kutladım. Kitabın baş kısmındaki Muhammed’in ölüm sürecinde Ali ile diğer kısmın ayrılığını anlattığı bölümün yanlışlığı dışında kitabı beğendiğimi bu kitabın ilkokullarda yardımcı ders kitabı olarak okunmasını söyledim. O, ilkokul sözümü yanlış anlayıp alındı ama ben bunu olumlu anlamda söylemiştim. Nihat Çetinkaya’ya o zaman şunu sormuştum. ABD’nin 6. filosu İstanbul’a geldiğinde Deniz Gezmiş gibi devrimci gençler 6 filonun gelmesini protesto ederken sizin de içinde bulunduğu gurup bu devrimci gençlere saldırmıştınız. Bugün bakınca buradan bakınca orada milliyetçi tutum hangisiydi dedim. Samimice düşüncesini söyledi. Bu konudaki düşüncenizi de açık açık yazın demiştim.
Bu ülkenin bir sürecinde Ülkücü denilen gençlere guruplara CİA’nin yönlendirdiği MİT tarafından Alevilere solculara düşmanca saldırılar yaptırıldığı açıktır bunu kabul etmeleri gerek.
Eskiden derlerdi ki CİA, MİT’ yönlendirip yönetiyor MİT’te Ülkücü camiayı. Dün Bu doğru bir tahlilde bence bunu kabul etmek gerekmez mi? Bunu samimice kabul ederek muhabbete başlasak daha iyi olmaz mı?”
İşte yerinde sayan komünist kafa buna derler Rıza. Yahu bunca yıl içeride yattın hala “İddianame” ile “Hüküm”ü birbirine karıştırıyorsun. Kaldı ki İddianame de bile MHP’nin kurumsal kimliğini ima eden bir eğilim olmadığı gibi, Kahramanmaraş Olayların’dan mahkûm olan MHP’li yoktur. Şimdi temcit pilavı gibi malum şahsın adını boşuna yazma; biz onları biliyoruz. MİT’e gelince bu teşkilâtın daha, hala kullandığını iyice düşünün. Bazı ülkücüleri kullanabilir, lakin MHP’yi kullandığını ancak malum edebiyatla açıklayabilirsiniz! Soldan MİT’in kullanamadığı şahısların sonunu biliyorsunuz. M. Ali Ağca’ya ülkücü derler ama o bunu hiç telaffuz etmemiş hatta MHP adını da ağzına almamıştır. Bu sebeple, gayet akıllı olarak Papa Suikastına batılılar hiçbir zaman siyasi gözle bakmamıştır. Yine geçen seneki yazıdan bir paragraf daha vermem gerekiyor:
“Demokrasilerde devlet her zaman hükümetlerin emrindedir. Yani tecrübeli siyasetçi olan Bülent Ecevit İrfan Özaydınlı gibi bir emekli paşayı İçişleri Bakanı yaparken ordunun bir hazırlık içinde bulunduğunu bilmiyor muydu? Olayların “Faşist” bir tertip olduğunu hükümet sözcüsü olarak açıklayan Hasan Fehmi Güneş’in çıkışlarını hatırlıyor musunuz? Bu Ecevit Bakanı, 12 Eylül’den sonra sonuna kadar ipe giden militanların avukatlığını yapmış ve nice ocağı sönen âilelerin bedduasını almıştır. Yani günün şartları içerisinde hangi “Alevi Katliamı”ndan bahsediyorsunuz? Tarihimizde hangi devirde halkımız Alevî-Sünnî diye kavgaya tutuşmuştur. Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde ancak güvenlik güçleri ile maksatlı kişilerin ayağa kaldırdığı kitlelerle zaman zaman kavga olmuştur? Anadolu’da neden böyle olaylar olmadı? Güney illerimizde yoğun bir Alevi nüfus var meselâ Hatay’da böyle hâdiselerin vukuu bulmamasını nasıl izah edersiniz? Şu anda bile Kahramanmaraş’ta insanlar kardeş kardeş yaşamıyor mu? Mahsunî ile Abdürrahim Karakoç’un aynı ve bitişik toprakların çocukları arasında en küçük bir kırgınlık vaki olmuş mudur? Biri Alevî diğeri Sünnî Ozan’ımız değil mi? Bugün Afşınlı Şerif Cırık ile ağabeyi Elbistanlı Abdürrahim Karakoç’un deyişlerini hem Alevîler hem de Sünnîler şevkle dinlemiyor mu? Hangi Alevî “Mihriban”ı elinin tersi ile itmiştir? Bütün Sünnîler Mahsunî’yi şevkle dinler. Bakın iyisi mi bu bahsi kapatın! Yok böyle bir ayrılık! Anadolu’nun her Türkü’nde bir miktar Alevilik ve çok miktarda da Sünnîlik vardır. Amerikalı gibi konuşup Rus gibi düşünmeyi bırakın! Sahi hayatında en küçük bir Alevî tezahürü bulunmayan Atatürk’ün babasının adı neden “Rıza’dır? Bu isim size 12.İmamı hatırlatmıyor mu?”
Şeyh Rıza hiçbir MHP’li ve bizler artık bu yaşlarda ahmak değiliz! Mesela beni birinin kullandığını söyleyebilir misin? MHP ve Ocaklarla için çok ağır yazılar yazdım.. Senin kullanıcıları pekiyi tanıyorum. Öyle sandığımız gibi boş adam değiliz. Bak bir sene önce aynı yazı nasıl bitiyordu:
“35.seneyi devriyesinde Kahramanmaraş olaylarının bir tertip, hem de hain bir tertip olduğu iddialarımı Tanrı huzurunda tekrarlıyorum. Bizim Yaşar Okuyan’ın Aydınlıkçılarla dostluklarına da aldanmayın. O hâlâ ailenin küçük oğlu olmaktan kendini kurtaramamış, büyük bir hata olarak “Milliyetçiliği” “Ulusçuluk” olarak kötü tercüme de eden bir yabancı gibidir.”
Şimdi kimin ve kimlerin kullanıldığını iyi anlayabildiniz mi? Bu görüşlerle hâlâ siz kullanılıyorsunuz? Artık Anadolu Türk toplumunun siyasetçe kullanılan sosyal tezahürleri yerinde durmuyor. Fundamentalizm ülke hudutlarında “rap-rap” ediyor. İşte “Faşizm”in ayak sesleri bunlardır. Telâfer’de Şii bıraktılar mı? Dilerim Tanrı’dan Anadolu Aleviliği’nin başına böyle bir şey gelmez! Bunlar bizimle baş edemez, onun için telâşımız yok; çünkü “Tüfengler Omuzda”dır. Bu nasihati zamanında “Cemaat”e de anlattık; fakat bizi dinlemeyerek başka yollara girdiler! Şimdi el etek açıyorlar, ama biz o işlerde yokuz. Fakat gönüllerimiz size açıkken eskimiş edebiyatla bu aşkı söndürmeyin! Birliktelik için sadece size özel hiçbir “şartımız” yoktur.
Muhabbetle, canlara selâm olsun. Komünizmi Tanrı kahretti, şimdi “Kahrolsun Fundamentalist Faşizm”! Yaşasın Türklük – Türkmenlik -Oğuzluk; Yunus Emre, Pir Sultan, Halac-ı Mansur, Aşık Veysel!
Ne Arabiyem, Ne Farsiyem, Ne Hinduyem
Halaciyem, Galaciyem, Türkiyem.
Tanrı Türk’ü Korsun