Ali BADEMCİ
Birçok medeniyete merkezlik yapmış Antakya’nın içi ile Ova ve Dağ Türkmenleri çok ayrı özellikler taşımaktadır. Selçuklular devri ile Osmanlı devri arasındaki Antakya’ya çok yüksek miktarda Sufi Türkmen gelmiştir. 60’ın üzerinde mahallenin 29’unda Bektaşi tekkesi vardır. Osmanlılar’ın ilerleyen günlerde maalesef bu tekkeler tamamen kapanmıştır. Siyaseten zannedilir ki adı kaybolan Bektaşi tekkeleri sonradan Alevi olarak ortaya çıkmıştır. Bu bilgiler doğru değildir; aksine sünnileşmişlerdir ve bugün de sünni Müslüman olarak bazıları aynı adı taşıyan mahallerde yaşamaktadırlar. Dağ veya Kuseyr Türkmenleri’nin o zaman Antakya ile çok ilgileri yoktu. Dağ tamamen Haleb kültürü ile besleniyordu. Bu sebeble Antakyalılar birçok Türkmen adetlerini ancak Haleb üzerinden almışlardır. Antakya’nın inançları dağdan ziyade zamanın Bektaşi tekkeleri tarafından güneyde Golan’a kadar tesir etmiştir. Golan Türkmen lehçesi Antakya Türkçesi’ne çok yakındır. Bir misal olmak üzere “Çökelek” kültürü tamamen Golan âdetlerinden gelmektedir. Antakya’da sanıldığı gibi Haleb değil Asi Deltası Türkmen kültürü hâkimdir. Antakya’dan itibaren Asi Nehri kıyısından Golan’a kadar giderseniz ağlı sollu kasabalarda et ve süt kültürünün aynı olduğunu görürsünüz ve çok eski bir Türk tatlısı “Güllac” ile “Kerevit” in en güzelini yiyebilirsiniz. “Künefe” ve “Humus” Arab’ın olduğu sanılır da kesinlikle öyle değildir; fakat en güzel “Humus”(İster nohut ister Bakla) Aleviler tarafından yapılır. Dağ Türkmenleri keçilerin kırkım mevsiminde sade peynir, un ve pekmez veya şekerle en güzel Peynir helvasını yaparlar bu işi “Çoban” (Türkmen) dışında şehirliler bilmez ki Kazakistan’ın Teke Dağları’nda Türkmen icadı bir tatlıdır.
Kuseyr’de yeni öğrendiğimiz Yesevi Müslümanlığı tabii olarak XII. asırda Orta Asya’daki esintilerdir. Fakat sürekli iskanlar sonucu üç türlü Müslümanlık geçerlidir; birisi iskan olarak gelen ve genellikle ana lisanı Arapça olup da 50 yıl yıl içinde halis Türkçe öğrenerek yeni bir milliyete giren “Kitabi Müslümanlık”; ikincisi ana lisanı yine Arapça olan Aleviler ki sözde Müslümanlardır ve sosyal hayatları ile inançlarının meşru saydığı alkoldür; üçüncüler ise çoban olan ve hiçbir islâmi bilgisi bulunmayan ve her zaman kitabilere danışan sıradan “Halk Müslümanları”dır. Bunlar çok şey bilmez ve her Arapça konuşanı imam ve âlim sanırlar. Açıkça da ayet, hadis bilmediklerini de söylerler. Hocalar’ın bunlara nasihati, bilmiyorsan da namazını kıl, ibadetini yap, “Eğil eğil kalk kabul eder Hakk” şeklinde ifâde edilmektedir. Oruçlarını da sağlam tutarlar, vakit namazını aksatırlar ama “cumaa, cenaze, teravih, bayram” namazlarını hiç kaçırmazlar. İşte bunlar Türkmen Halk Müslümanları’dır.
Bu son gurubu nerede bulursanız Yeseviye mensubu olduğunu anlamalısınız. Bektaşi de diyebilirsiniz ama onun da kökü Hâce Ahmed Yesevi’dir. Elbette Hoca Ahmed’ın adını bile bilmezler! Tıpı Ahmed Yesevi gibi İslâmiyet öncesi Türk inançlarını da bunların İslâm anlayışında bulabilirsiniz. Bunlarda ibadet ve sosyal hayatta musiki vardır. Şaman davulu yerine dışı toprak, üstüne deri gerilmiş Dümbelek, Kopuz yerine Çoban kavalı kullanırlar; fakat Kamlar’dan ayrı olarak göçebe oldukları için özel bir elbiseleri olmaz. Türkler’de Şalvar’ın ne zaman kadın veya erkek giyeceği olduğunu bilmiyorum; lâkin milli bir Türk giyeceğidir ki Araplar entari giyer. Hâlbuki Türkler’de entari kadın giyeceğidir. Araplar sıcak iklimde yaşadıklarından entari altından iç çamaşır giymeyi Türkmenler’den öğrenmişlerdir.
İşte Oğuzlar’ın sadece sünnî olanları değil, batıni veya bağdaşmacı (senkterik) inancı olanlar da “Sufi İslâm” erleridir. Kuzey Batı Suıriye’de yaptığımız saha çalışmalarında bu inançların aynen yaşandığını tesbit ettik. Bu halk müslümanları çok çalışkan ve aynı zamanda çok inançlı, yaşarken kendini Allah’a teslim eden insanlardır. Devamlı yeniliklere açık, hırsızlığı olmayan ve günümüz tabiri ile tam demokrattır..
Esen kalın.