Ali BADEMCİ
Osmanlı devrinde “Bektaşilik”e karşı devlet koruması ile Türkiye’de tutunan “Nakşibendilik”in bir Türk tarikati olduğu rastgele konuşulmağa başlandı! Acaba öyle mi? Tarikat Türkistan menşeyli, bu tarikatin Türkî olduğuna kararvermek için esas mekânın düşüncelerini bilmek gerekmiyor mu? Diğer bir deyimle Osmanlı nazarı veya görüşü bize yeterli midir? Geçen hatfa ATV Haber’de Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu böyle görüşleri savundular; elbette Osmanlı açısından bu görüşler doğrudur ve dostlarımızın Osmanlı tarihi bilgilerine saygımız vardır! Fakat Türk düşünce tarihi yönünden menşei Türkistan olan bu tarikat üzerinde yapılacak araştırmalarda, o yüzünde hiç de “Millî” olduğunu söylemek ve “Türkî”olduğunu iddia etmek mümkün değildir! Devlete dayalı ve onunla iç içe bir tarikatin OsmanlıTürkiyesi’nde yaygınlığı da doğru değildir ve genel olarak popüler sahası İstanbul’dur; geniş Osmanlı ülkesinin başka nerelerinde bulunduğu, hikmet-i vücûd ettiği açıklanmalıdır! Genel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Said-i Nursi ile başlayıp Fethullah Gülen ile devam eden bir Nakşi Kürt damarı vardır; bu hareketleri İstanbul’da siyasete karışmayan Nakşi şeyhleri ile eşleştirmek mümkün değildir;bu yönü ile Nakşilik Osmanlı devlet bünyesinde bir aydın hareketidir ki Osmanlı’da okur yazarlık nisbeti de pek iyi bilinmektedir! Kürt NakişilğiDersaadet ile bağlantılı olmadığı gibi, Kürtler kanalı ile Kars’ı aşıp İran’a nüfûz edememiştir! Ne olmuş; işte bir süre Kürtler’in İran’a meyli önlenmiştir! Cumhuriyet yıllarında askeri bürokraside görülen “Nakşilik” in siyasete dönüştüğü de söylenemez! Bugün Anadolu’da halk bazında Nakşi parmakla gösteremezsiniz de nasıl Türk tarikatı oluyor anlamak mümkün değildir!
Nakşibendilik adını bile kurucusu olan BahaüddinNakşibend’den(1318-1389) alımıştır; Fars asıllı olan bu zatın nasıl bir Türk tarikati oluşturduğu hiç mi düşünülmemektedir! Bahaüddin,Buhârâ Tacik’lerindendir ve silsilesi bir yana görüşleri AhmedYesevi’nin(1093-1166) mürşidi ve yine Fars asıllı olan YusufHemedanî(1048-1140) ile ilişkilendirilmektedir. Bu hususu tasavvuf düşüncesi yönünden kaynaklandırmak mümkün değildir; çünkü BahaüddinNakşibend ile Emir Timur münasebetlerine bakılırsa o daha baştan beri siyasi bir şahsiyettir ve aynızamnında Türkistan’ında Türkler nezdinde fikir ve zikirleri ile hiç de muteber bir şahsiyet değildir. O sebeble Emir Timur’un Nakşî olduğu ve o doğmadan bir asır evvel hakkın rahmetine kavuşan AhmedYesevi’nin bu adamın görüşlerinden etkilendiği elbette düşünülemez! Yesevî’nin mürşidi olduğu öne sürülen Yusuf Hemedanî Sünni Hanefi bir zat ve tabanı Buhârâlı şehirli Müslümanlarıdır; Bahaüddin gibi siyasete nüfuz ettiği de söylenemez; ona Osmanlı’nın yardım ettiği görüşleri de tarih bilmemektir; çünkü o zaman Osmanlı yoktu! Fakat AhmedYesevi’yi elbette etkileyen Hemadanî’nin kendisi daha çok etkilenmiş ve Yesevi birlikteliğinden sonra tıpkı onun gibi “Konar-Göçer” Müslümanlıkta demirlemiştir; bu husus kaynaklarda yer almaktadır.O sebebleYesevi’ninHemedanî’den etkilenmesi bir yana Şeyh’in görüşlerini tamamen değiştirdiği de rahatlıkla ifâde edilebilir.Hemadanî ile bir bağlantı da bu zatın halifesi olan ve 1179’da ölenGucdavani’nin görüşleri ile Bahaüddin’in fikirleri arasındaki örtüşmedir, ki bu son zat da Fars asıllıdır. Bizim ülkedeki uydurmalara göre Gucdavani’nin Nakşiliği sistemleştirdiği söylenir ama bu zat Bahaüddin doğmadan 139 sene evvel ölmüştür! Bu iddialarla şu husus doğrulanmaktadır ki Nakşilik hangi toplum arasında karşılık bulursa bulsun özellikte siyasette bir Fars düşünce ürünü veya dini ideolojisidir!
BahaüddinNakşibend’densonra üçüncü Şeyh Ubeydullah Ahrar da Taşkend’li bir Taciktir ve korkunç bir siyaset adamıdır! Emir Timur’ın oğlu Şahruh’tantorunu ve modern Türk milliyetçiliğinin kurucusu Mirza Uluğ Bey(1393 – 1449); henüz genç yaşta, Semerkand’da sabah namazına giderken, Ahrar’ın azmettirdiği, Mirza’nın hayırsız oğlu Abdüllatif tarafından hunharca şehid edilmiştir.İşte bu tarihten sonra devlete hakim olan Nakşilik Türkistan’ı daha sonraki cehalet yıllarına taşımış ve devasa bir din kültürü mahvedilerek hurafelerle donatılmıştır. Doğu Türkistan’ı etkileyen batı Türkistensiyaseti uzun yıllar “Hocalar” iktidarını ortaya çıkarmış; fakat ne kadar etkilenirlerse etkilensinler batıdan gelen bugünkü Şeybanî veya Özbek’ler bir dereceye kadar Türkistanı dengelemişlerdir!
IX.Asırda ortaya çıkan ve bir mezhep görünümünde olan Matrudilikelbette Türk düşüncesinin ürünüdür ve İmam-ı Azam’ı temel almıştır; yani Hanefi inançlar içindedir! Moğol istilâsında onlarla savaşarak şehid olan ve Şafii mezhebini esas alan Necmeddin Kübra’nınKübreviliğide Türk düşüncesi ürünüdür! Fakat Nakşilik asla! Bu düşünce Hâlâ geleneklerinde israrlakorunan “Takiyye” metotları ile çalışmaktadır. Osmanlı tarihçilerinin meseleye daha yakından ve hassas gözlükle bakmaları gerekiyor! Osmanlı’dan gelen bir takım Osmanlı birokrasisinin gayet masum ve saf inançlarla “Nakşilik”e meyletmesi bu düşüncenin temel kurallarını değiştirmez! Ne yazık ki ABD bu incelikleri bizim aydınlardan çok iyi bilmekte ve 50 yıldan beri sadece dini düşünceler üzerinde çalışmakta ve bu istikamette siyaset üretmektedir. Çoktan göçmüş olan Küçük Hüseyin Efendi’nin siyaset dışı düşünceleri bizi bu bataklıktan kurtaramaz! Bu sulak bölgede nelerin türediği ve şu günlerde ne hâle dönüştüğünü görmemek mümkün mü? Elbette bu düşünceler konuşulsun ve yazılsın, fikrin kimseye zararı olmaz; lâkin Ubeydullah Ahrarvari devlet yanında paralel siyaset yapılmasın! İşte Esas derdimiz ve rahatsızlığımız budur!
Elbette Müslüman Türkiye’de din eğitimi olacak ve milli kültürümüzü de şekillendirecektir; lâkin bu işleri dergâh ve bargâhtan akademik ortama taşımak şarttır! Âlimlerimiz ve bilim adamlarımız tartışsın, düşüncelerimizi zenginleştirsin, lâkin bu iş açık açık yapılsın, kapalı duvarlar kaldırılıp “Siyasi Cemaatçılık” önlensin! Bu konuda yeteri kadar zengin bir kültürümüz var; daha da zenginleştirilebilir!Düğünlerde davul yerine “Def”, Mevlid-i Şerif yerine “Arapça” ilâhiler söyleyen bir gurup istihdam edilip yeni bir “Kâr” kapısı açılmasın! Yüzyıllardan beri İslâm dışına çıktığı ifâde edilmeyen gelenek ve inaçlarımızdan neden imtina ediyoruz! Mevlid-i Şerif Türkçe diye hangi cüret ve yetki ile, kim din dışı olduğunu iddia ediyor! Mevlid dini bir methiyye değil mi? Neden her aykırı ve poplist inanç arayışları hoşumuza gidiyor da tarih ve kültürümüzü karşımıza alıyoruz!
Muhabbetle.