Ali BADEMCİ
Şahsen yüzüme yapılmayan tenkitlerden alınmıyorum; sadece onlara acıyorum! 100 sayfalık tezle nasıl ilim adamı olunduğunu görüyoruz ve biliyoruz! Üstelik para içinde yüzüyorlar; biz ise emekli maaşlarını kitaplara yatırmaya devam ediyoruz! Varsın konuşsunlar bakalım, ne yapalım kimseye kısıtlama getiremeyiz de bir zat-ı na-şerif geçen yıllarda bu belgeleri CIA’dan aldığımızı iddia etmişti; ne kadar gülünç! CIA ne biz nere! Vay ilim fukaraları vay !
MÂRUZATNÂME
Elbette Osmanlı çöküş sürecine girdikten sonra devlet hayatımızda batılılaşma daha koyu renkler haline gelmişti. O zamandan beri biz de bir “Aydın” ihanetden bahsedilir; bu görüşlere katılmak mümkün mü, mutlaka hayır! Çünkü batılılaşma cereyanı bizde milletin değil devlet bürokrasisi ve batı baskılarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve yükselişe geçmiştir! O sebeble “Büyük Hesaplaşma”nın şifrelerini bozan “Milli Mücadele” bir Anadolu hareketidir! Aydınların en azgın dönemi İstanbul’un işgali ile başlayan ve tam bir “Haçlı” zihniyetine dönüşen dönemdir ki, bu yılların İstanbul basınına boşu boşuna “Mütareke kafası” denmemiştir. Şimdi bizde yeni bir aydın türü ortaya çıkmıştır; Osmanlı aydınlarının 1960’da bir bir terk-i dünya edişi ile, haliyle tamamen satılık veya bir şeyden anlamayan münekkid milliyetçiler ortaya çıkmıştır! Satılmış olanlara bir şey söylemeye gerek yoktur; kanlarının meşreplerinin gereğini yerine getirmişlerdir; birçoklarının da ya kuyruk acısı veya kimlik problemi vardır! Mütareke günleri İstanbul’unda “Hilâfet-Şeriat” gibi sloganlarla ortaya çıkan bu insanlara ne yazık ki beceriksiz ve kopyacı, sadece adı bile milliyetçi olanlar eklenmiştir! Bu sertlik veya sitayiş nedir diye merak ediyor musunuz? İşte “Mâruzatnâmem!”
Efendim bendeniz bir Anadolu çocuğuyum, şahsen anam soğan babam sarımsak, bildiğimiz soyumuz tamamen “Çoban”dır! Ne okuma ne yazma bilmez; her Arapça konuşanı “Seyyid” zanneder! Meselâ “Hacc”ı da bilmez; gün ışığında keçileri “Kurt” veya “Kuş” kapar diye namaz da kılmaz; lâkin geceleri sabahlara kadar Allah huzurunda yatar kalkar; belki çok ileri gidiyoruz ama “Farz”dan ziyade “Sünnet-Vacip” ibadeti yapar! Allah aşkına siz böyle bir cemiyete ne dersiniz; böyle insanlardan hiç millete ve devlete zarar gelir mi? “Devr-i Osmanlı” da devletin kaymağını yeyip de mandacı olanlara karşı şu bizimkiler “Mustafa Kemal”in çağrısına uyarak ilk ayaklananlar ve çete teşkilâtı kuranlar olmuştur! Ne yapalım ki komünizmi kendi aramızdan çıkan “Köy Enstitüsü” öğretmenlerinden, milliyetçiliği de “Mandacı” ailelerin okumuşlarından öğrendik! Bu da ayrı bir gariplik değil mi? Kim ne derse desin “Milli Mücadele”den kaçanlar okumuş ve yetişmiş insanlardı, anlamını anlayamayacağınız dinleri fakat fevkalade dilleri vardı! Çünkü “Çobanlar” Hicaz ve Bingazi’de kalırken onlar okumuş ve Avrupa görmüşlerdi! Onlardan olamamışsak ne yapalım?
Geçen gün bir dost ile telefon sohbeti yaparken “Sizin baş yaptınız Basmacılar (Korbaşılar)’ı akademisyenler hiç beğenmiyor, hatta aleyhinizde konuşuyor” demez mi? Doğrusu hayret ettim; evet ben o camiadan değildim; fakat bunu ben istemedim; ilk lisans mezuniyetimden sonra memuriyet imtihanlarını da kazanmış, lâkin kendimi “Hapishane Milliyetçiliği”ne sığdıramadığım için lise yıllarından beri içinde bulunduğum “Basın” dünyasına girdim; bu işe de “Muhabir” olarak değil “Yazar” olarak başladım:1969. Mezuniyetim “Muhabirlik”ti; geçim mesleğimin cezasını 12 Eylül’de adam gibi çektim:1980. Sonra kimseye ve hiçbir şeye karışmadım; lâkin 10 yıldan fazla da kamu haklarımdan mahrum kaldım! Bir ana ve babadan olma 13 kardeşiz, ilkokuldan sonra diploması olan benden başka kimse yok; eşimin ilk okul mezuniyeti de yoktur! Siyaset müessesinden hiçbir talebimiz olmadı; herşeye rağmen seçilmişlerin yolundan da ayrılmadık! Yahu benim ne için aleyhimde konuşulur, anlayabilmiş değilim! 20 seneden beri evimden dışarı çıkmadım; emekli maaşlarımın yarısını kitaplara yatırdım! Şu dünyada da servet namına bir şeyim yoktur; kemikleri eriyen 44 yıllık eşim bahçemde sacı kurar ve tandırın başına geçer ekmeğimizi yapar! Türk insanı ekmek bulduktan sonra başka neye ihtiyaç var!
Şu “Basmacılık” konusunu da biraz açayım; gerçi bunları bir miktar “İşkence” adlı 100 sayfalık kitabımda anlatmıştım! Liseden sonra bir süre Ankara ve İstanbul’da o meşhur “68 kuşağı” içinde bulunmuş, ancak barınamamıştım; solu bir yana bırakın da sağda da kafama uygun yer bulamadım! Çünkü daha 1965’de Antakya Halk Kütüphanesi’nde Atsız ve Sancar Hocalar’ın işareti ile Zeki Velidi ile tanışmıştım! Hâlâ, burada tuttuğum notları muhafaza ederim! Öğrenci olayları beni Adana’ya sürükledi; 50 yıla yakın burada kesintisiz ikamet ettim! Akranlarım elimde bulunan kitap torbaları ile hep alay etmişlerdir; olacak ya bu yıllarda 1953’den itibaren Afganistan’dan Türkiye’ye göç ettirilen Basmacı liderleri ile bir tesadüf eseri karşılaştım! Tamamen bilmediğimiz ve çok kimsenin duymadığı bir savaşın içinden gelmişler; boğun eğdirmeseler de birkaç on yıl Rus İmparatorluğu’nu sallamışlar ve Enver Paşa ile de aynı cephede bulunmuşlardı! Ne yazık ki onların yaşlılık bendenizin de çocukluk yılları idi! Çoğu Ferganalı, okuma yazması olmayan Karahanlı torunlu idi; elbette Türklüğün göbek taşında oturdukları belliydi! Bunlar arasında öyle bir sefalet vardı ki, kış aylarında iskan edildikleri Seyhan Nehri kenarı Sinan Paşa mahallesinde evleri yarım metre kadar nehrin taşkın suları ile dolardı! İşten kardeşler Şir ve Nur Muhammedler’i böyle tanıdım! Fakat aynı yıllarda öyle bir zatla tanıştım ki, hem ufkum hem de düşünce dünyam fevkalade aydınlandı: Bu zatın adı Nafiz Türkmen; esas adı Mirza Pirnefes! Hem medrese hem de “Cedid” okulu bitirmiş, Türkmen asıllı, sosyalist görüşleri olmayan sağlam bir Türkçü; aynı zamanda da Enver Paşa’nın Türkistan Mücadelesi’inde “Umumi Muhaberat Müdürlüğü” yani genel sekreterliğini yapmıştı! Bir miktar Arapça, iyi derecede Farsça, yine iyi derecede Rusça, yerli Türk lehçeleri, “Orduca” gibi komşu dillere de tam hakimiyeti vardı! Doğduğu yer şu anda Tacikistan hudutları içinde Cilligöl’dür! “Ciliköl” Türkler’in İslâmiyete intisabı sırasında aynı adlı bir Türkmen aşiretinin boy adıdır; bu aşiret adı zamanla bizi Kuzey Suriye’ye çekti ki, bu adı taşıyan ve Nusayri bir Buhârâ topluluğu hâlen mevcuttur! Tıpkı “Yesevilik”in “Savraniler”de tezahür etmesi gibi! İlginçtir ki Yesevi’nin “Kübrevi” kanadı “Şafiilik” ve “Halvetlik” olarak yeni bir Sünni anlayışta olgunlaşırken Arap çoğunluğun “Şafii” olması dolayısiyle dilini unutanlar yine “Sünni” ve “Nusyri” olarak gözlemlenmiştir. Hoca Ahmed Yesevi’nin “Matrudi” kanadı ise “Hanefi” inancını bırakmayarak tamamen göçebe Müslümanlık şeklinde bugünkü Suriye’nin sosyal yapısını oluşturmuştur!
İşte “Basmacılık” çalışmaları bugün bizi böyle bir noktaya getirmiştir! Bir “Maruzatname” olarak değerlendirdiğimiz ömrümüzün bu yılları elimize geçen “Fergana Basmacıları” ve “Şarki Buhara Enver Paşa Harekatı” zengin malzemesi 1000 sayfa civarında olan dünyanın en hacimli çalışması olmuştur! Bu çalışma 1974’de Bizim Anadolu Gazetesi’nde “Korbaşılar “adı ile tefrika edildi; aynı yıllarda Hacetepe Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunan Dr. Baymirza Hayit hemen kitaplaşmasını istemiştir! O günkü eğitimimiz ile yeterli bulmadığımız bu eserin yayınlanmasını Baymirza’nın ricası ile bizzat Alparslan Türkeş de istemiştir! Konu ile ilgili iki rahmetlinin de talimat addettiğimiz mektupları ve daha birçok teşvikkâr mesajlar yanımızdadır; bunları münasip bir zamanda inşallah neşrederiz!
“Korbaşılar I-II” 1975’de neşredildiğinden beri kelimesine bile dokunulmamıştır; bir satır kopyala yapıştır bulunmamaktadır! Türkiye müfredatında bu yayınlara gerçekten eğilen azdır; fakat “Batı” ve Özbekistan çok ilgi göstermiş ve “Uzbekistannıg Yengi Tarihi I-II”tamamen bu yayınlardan derlenmiştir! Oryantralistlerin “Basmacılar Nakşidir” şeklindeki iddiaları da, bizi Reyhanlı Cezaevi’nde ziyaret eden Bennigson’un kızı Maria Brox nezdinde çürütülmüş, Hanımefendi’nin daha sora Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde verdiği konferansta tamamen bizim bilgilerimize dayanmıştır! 2008’den sonra kitabın yeni baskıları ile ilgili olarak TRT ve Haber-Türk’de katıldığı Hocalar “Basmacılar Hareketi”nin nerede ortaya çıktığı öğrencilerine doğru anlatılamamaktadır! Canlı seyrettiğimiz bir üniversitemize ait tarih dersinde konu ile ilgili olarak “İdil-Ural” bölgesi ileri sürülmüştür! Şimdi bizim çalışmalarımızı beğenmeyenlerin halini görüyor musunuz? Bir ahmak adam konu ile ilgili olarak bizden doküman istemiştir; halbuki biz anladığımız veya anlayamadığımız, çeviremediğimiz metinlerin bile aslını kitapların sonuna koyduğumuz gibi, bununla da yetinmeyerek “Molla Nafiz’in Hatıraları”nı orijinal olarak verdik!
Dört yıldan beri üniversitelerimiz öğrenci kulüpleri tarafından davet ediliyor ve uzun konferanslar yapıyoruz; bu etkinliklere kadir bilir hocalardan da katılanlar oluyor da şu işi biraz konuşalım diyene rastlamadık! Dünya kadar “Doktora” tezi yapılıyor, bunlar hep içi boş şeyler; “Yüksek Lisans” tezleri bile onlardan kaliteli! Akademik sanılan metinlerde bilgiyi bir yana bırakın da doğru dürüst “Türkçe” yok! Mahfillerde fikir serdedeceğine, dedikodu yapacağına buyursunlar işi tartışalım ve düzgün bir müfredatın ortaya konmasını sağlayalım! Biz bu konuda elli yıldan beri çalışıyoruz, beğenir veya beğenmezsiniz, neden özgür ortamda konuşmuyoruz! Tek başına katıldığımız TV programlarında on binin üzerinde, dünyanın her yanından mail gelmiştir! İnanmayan Murat Bardakçı ve Fahri Solak’a(TRT) sorabilir!
Şahsen yüzüme yapılmayan tenkitlerden alınmıyorum; sadece onlara acıyorum! 100 sayfalık tezle nasıl ilim adamı olunduğunu görüyoruz ve biliyoruz! Üstelik para içinde yüzüyorlar; biz ise emekli maaşlarını kitaplara yatırmaya devam ediyoruz! Varsın konuşsunlar bakalım, ne yapalım kimseye kısıtlama getiremeyiz de bir zat-ı na-şerif geçen yıllarda bu belgeleri CIA’dan aldığımızı iddia etmişti; ne kadar gülünç! CIA ne biz nere! Vay ilim fukaraları var!
Muhabbetle.