Ali BADEMCİ
alibademci@gmail.com
Tarih mefhumunun ruhunda olduğu için bizim tarihimiz de salt olaylar yönünden değil de ruhunda, içeriğinde, arka plan araştırmalarında eğitim sorunu ile karşı karşıyadır! Elbette siyasi tarih gereklidir; lâkin toplum ve toplumsal ögeler yönünden bir inceleme yapmasak ne etnik, ne antropolojik, ne coğrafya sorunlarından, ne de din ihtilâllerinden kurtulamayız! İşte esas mesele budur, çağdaş bilimlerin yine çağdaş ölçekte öğretilmesi şarttır.
BABA YAZI V: SORUNLU TARİH
Bu başlık bir sosyolojik deyim! Batı tarihçiliğinin temel taşlarından Lucien Fabre (1878-1956), Marc Bloch (1886-1944), Edmund Burke (1729 -1797), McLennan (1827-1881), Wells S. Jones (1830–1914), Eric John Ernest Hobsbawm (1917-2012) inceleme ve çalışmalarına bir ömür vermişlerdir! Tabiî ki bu arada öncekilere göre daha genç olan Ferdnard Braudel’i de (1902-1985) unutmamak gerekiyor! Peki ya Yahudi diye Müslüman ülkelerde ötelenen Émile Durkheim (1858-1917); merak etmeyin bu devir batı âlimlerinin ekseriyeti Musevî asıllı; siz ilim ve âlime bakın! Bugünkü ABD’de de öyle; geçelim!
Sakın bu işleri Siyonizm ile de karıştırmayın! İlim öğrenirken siyaseti ve siyasi söylemleri bir kenara bırakın; öğretenin de öğrenin de milliyeti olmaz! Çünkü kim çalışıyorsa ilmi o yapar! Ve Batı uzun yılların toplumsal bunalımların bunların çalışmaları ile aşmıştır; öyle ki tarih kadim bir bilim dalı olsa da çok sorunlu! Bugün gelinen noktada tarihi kendi içinde ve kendi metotları ile ne anlamak ne de meseleleri çözüme kavuşturmak mümkün değil!
Birkaç isimle öne çıkardığımız batılı ilim adamları elbette Toynbee gibi klâsik tarihçi değil, başlık olarak kullandığımız “sorun” çözen bilim adamlardır! Menşe olarak pek azı tarih eğitiminden geliyor ki başta ekonomistler, sosyologlar ve coğrafyacılar var! Elbette etnoloji, antropoloji, filoloji, istatistik, demografi ve teoloji! Tabiî olarak ideolojiler de çözümde kullanılmış ve iş ileriki zamanın siyaset üretimine malzeme veya düsturlar sağlanmıştır! Öyle bizimkiler gibi sağ ve sol diye bir şey yok!
Son yüz yılda önemi bir kat daha artan tarih elbette sorunludur; çünkü her şey olan toplum veya topluluklar yerine temel öge ayrılıklardır! Birleşme ile çok ilgilenen yok! Elbette zaman içinde ayrı ayrı unsurların mücadelesinden “millet” ve “milliyet” mefhumları çıkmış; bu evrim “milletler mücadelesi” dediğimiz bitmeyen savaşlara sebeb olmuştur ve siyasi tarih de işe bu noktadan başlamıştır! Aynı özellikleri taşıyan insan topluklarının birbiri ile mücadelesine savaştan ziyade eski bir gelenek gözü ile bakmak gerekiyor! Feodalizmi dünyada bütün toplumlar yaşamıştır; ancak inançların tekamülü ile toplumlar bundan uzaklaşmaya başlamış, bu sefer inanç mücadeleleri din sosyolojisini belirgin hâle getirmiş kısa zamanda bu durum siyasete tahvil olmuştur! İnanç mücadeleleri Avrupa ve Önasya’da kilise merkezli bir hâl alırken Müslüman olan “Şark” Hilâfet ve Tasavvuf kaynaklı inanç çeşitliği ile uzun sürecek bir dünyanın kapılarını sağlamlaştırmıştır.
Elbette inanç ve din dediğimiz şey kabile mücadelelerini engelleyip feodalizmi hafifletirken tarihi de çok karışık hâle getirmiştir! Bu cihetten İslâm felsefeciliği toplumları birleştireceğine alabildiğine ayrıştırmıştır; bu bakımdan batının kilise tartışmalarını İbni Arabi‘de görmek mümkün olmadığı gibi, İmam Gazali daha da karışıktır. İbni Haldun’un açtığı pencere de ne yazık ki İslâm’da bütünlük veya önemli bir gelenek sağlayamamıştır! Kesinlikle “tasavvuf” üzerine yeni çalışmalar yapılmalıdır, bu kadar ilgi gören düşünce sisteminin birleştireceğim diye ayrıştırmaya kayması, İslâm sanılan çok iç içe girmiş görüşleri ortaya çıkarmış, bunun karşısında zayıf kalan din sosyolojisi bir tarih görevi olarak problem çözücü olamamıştır. İran mekânı yüzlerce tarikat ve mezhep görüntüsü ile bilim adamlarının da belirttiği üzere âdeta fabrika haline gelmiştir!
Batı ekonomik tedbirler ve Hıristiyanlığın çok müsait olduğu reform tedbirleri ile feodalizmi aşıp yeni bir iktisadi anlayışın temelini geliştirirken, “şark” fütuhat anlayışı ile ekonomi sağlamış ve bu ekonominin nimetlerinden dinî görüşleri yararlandırarak kendi içindeki bunalımı derinleştirmiştir! Aslında Selçuklu ile Osmanlı’nın temel farkı budur! Selçuklu’nun son dönem inanç tezahürlerini inanç otoriterizmi ile çözümleme cihetine gidilmiştir! Zenginlik inanç tartışmalarını ya batıda olduğu gibi engelliyor yahut da doğu da olduğu gibi kurumlaştırıyor! Tabiî olarak inançlar kurumlaşınca artık toplumun bütün hücrelerine nüfuz ediyor!
Hıristiyanlar Feodalizm’den kurtulmayı “Rönesans-Reform” olgusu ile açmışlardır. Şark ise rönesanstan çok önce kaldırılan Bağdad Hilafeti problemini çözememiştir. İşte içinde bulunduğumuz İslâm medeniyetinde esas sorun buradadır ve tarih bunu çözememiştir! Çünkü batı gibi doğuda böyle çalışma ve ilimleşme olmamıştır! Bağdad yerine eski Fustat rutubeti taşıyan Kahire bile 19. yy.’dan itibaren ancak Avrupalı ve Musevi kökenli bilim adamları tarafından incelenmiş, bizler de işin yeni yeni farkına varmışızdır!
Fransız İhtilali ve arkasından gelen Sanayi İnkılabı’nın olası bunalımlarını ve tarih sorunlarını Batı 200 yılda kökünden halletmiştir. Son İslâmi merkez olan İstanbul’da Osmanlı devlet ve bilim adamları ne yazık ki ne şark ne de yıllarca devletin elinden elinde bulunan Mısır’dan haberdar değildir! Tarih bilimimiz İskenderiye’yi bile tanımaz! Son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet aydınları ne yazık ki tarihsel kaynak olarak Beyrut’u aşamamışlardır; böyle olunca da İslâm dünyasının toparlanmasına bağlı olan “Türk Rönesansı” kendini gösterememiştir!
Başta söyledik ki “tarih” sorundur, bu sorunları çözmek bilim adamının görevidir! Bizde “Vak’anavüs” geleneği devam ediyor! Tarihçi düşünen ve çözüm yaratan insan yerine sürekli olaylar anlatan popülizm peşindedir! “tarih felsefesi” bir İslâmi kurum olmasına karşılık ne yazık ki unutulmuştur! İslâm’dan önceki tarihimizde de bol bol sosyoloji malzemeleri vardır; bu yönden “yazıtlar”ı bir daha incelemek gerekiyor! Üniversitelerimiz görev yapmıyor; artan yüksek lisans çalışmalarına karşılık doktora üretimi çok yetersiz ve vasıfsızdır! Batıda öğrencileri hocalarını tenkid edip yeni kuramlar ortaya koyabiliyorlar, dolayısiyle “hocalar” bilim adamı doğuruyor! Bizde akademi merdivenine dahil olanlar daima eski gelenek olarak kapıkulu gibidir; hoş eskiden kapıkulluğunun da bir kıymeti vardı, şimdi ayakçı ve siyasetçi değneği!
Tarih mefhumunun ruhunda olduğu için bizim tarihimiz de salt olaylar yönünden değil de ruhunda, içeriğinde, arka plan araştırmalarında eğitim sorunu ile karşı karşıyadır! Elbette siyasi tarih gereklidir; lâkin toplum ve toplumsal ögeler yönünden bir inceleme yapmasak ne etnik, ne antropolojik, ne coğrafya sorunlarından, ne de din ihtilâllerinden kurtulamayız! İşte esas mesele budur, çağdaş bilimlerin yine çağdaş ölçekte öğretilmesi şarttır.
Hoşçakalın.