Ali Bademci
Bugün yedinci gün, yani bir haftadan bu yana “Hizmet Hareketi” adı da verilen “Fethullah Gülen Cemaati” üzerine, tamamen gerçekleri ortaya koyan yazılar yazıyoruz. Bu camia ve onları iyi tanıyan dini bütün dostlarımız ve iyisine de kötüsüne de “Kötü” demeyi alışkanlık haline getiren, siyasi ve siyaset dışı donanımlı insanlardan yüzlerce mail almaktayız. Elbette bunların hepsinin kendine göre doğru yanları ve şahıs olarak bizim doğru bulmadığımız yanları vardır. Bir fotoğraf olarak bu hususları bir daha gözden geçirmemizde fayda olduğu kanaatindeyim.
“Hizmet Hareketi” Türk Okulları’na elbette söylenecek bir şey yoktur. Her okulda Türk Bayrağı ve bazen de Atatürk resimlerinin görülmesi, elbette takdir edilecek bir davranıştır. Elbette bu işi devlet olarak yüklenmek bile daha güzel ve şık olurdu. Lâkin dikkat ediyoruz ki, bu okullardan hep tek tip elbise giydirilmiş insanlar çıkmaktadır. Hele Türk menşeli şahıslar, kesinlikle Cemaat’in umumi ve temel görüşlerinin âdeta militanı durumundadır. Bu ayrı şahsiyet ve donanım, onları milletin başka bir cephesine itmektedir ki, o da lamı cimi yok “Siyasi İslamcılık”tır. Bu bakımdan işi mugalataya dökmek de çok anlamlı değildir. Bu militan zihniyeti, Zaman-Bugün gibi gazeteler ile Samanyolu TV’de de sık sık görüyoruz. İçtimai olayları naklederken mutlaka sözlerinin başında bir “Üstad’a (Said Nursi) göre” ibaresini görüyorsunuz. Hâlbuki bizim kültürümüz, böyle bir “Müçtehit” tanımıyor. Böyle düşünceler, daha 1960’larda çürütülmüş ve Saidi Nursi’nin “Ümmi” olması ve bunu kendisinin ortaya koymasıyla da, “Müfessir” bile olamayacağı ispatlanmıştır. II. Abdülhamid, çok yumuşak ifadelerle ona bir miktar tahsisatla köyüne dönmesini tavsiye etmiş, ”Mabeyn” kendisine “Deli” teşhisi koymuştur ve padişah da aynı fikirdedir. İttihat Terakki devri, Talat-Enver-Cemal Paşalar ile de münasebeti böyle olup, Atatürktarafından bile aynı muameleyi görmesine karşılık, tahkir edilmemiştir. Abdülhamid-Meşrutiyet-Cumhuriyet dönemlerinde M. Akif gibi tanınmış İslâmcılar ve zamanın dünya çapındaki İslâm âlimleri ile de, hiçbir münasebeti yoktur. Bu devirlerle ilgili hakkında kötü bir şey söylemek ve mesela Kürt olduğu halde ona Kürtçü demek de elbette mümkün değildir. 31 Mart’ta parmağı var diye tutuklandı ama serbest bırakıldı. 1925-26 Şeyh Sait İsyanı’nda benzer davranışları sebebiyle sadece sürgüne gönderilmekle yetinildi. İsmet Paşa ve Demokrat parti iktidarlarında ise “Risale Tartışmaları” yüzünden, 1960’ta ölümüne kadar, tutukluluk dönemleri olmasına karşılık, hiçbir şekilde baskı hayatı yaşadığını söyleyemeyiz. Çünkü binlerce müridi bu dönemde yetişti.
Bu yönü ile Said-i Nursi, “Nur Cemaati’nin ilk ve tabii lideridir. 1960’ta ölümünden bugüne kadar da, hâlâ halifeliği tartışılmakta fakat bugün siyasette en önde giden “Gülen Hareketi”, liderliği yüklenmiş durumdadır. Şu anda “Tahşiyeci” adı verilen “Kürtçü” bir gurupla da, rekabet halindedirler. Tahşiyeciİmam Molla Muhammed, ipler Cemaatin elinde iken epeyce bir süre de “El-Kaideci” diye hapiste de yatmıştır. Bu bakımdan Cemaat Operasyonu”nun da müştekisidir. Mollanın Kürtçü İslâmcılığına karşılık, her halde Cemaatin Türk İslâmcı olduğunu düşünmüyorsunuz! Bizim İslâmcılar başkaları gibi değildir: Katiyen Türklüğe yaklaşmazlar ve hangi cemaat olursa olsun, hayali bir milletten bahseder ki, o da “İslâm Milleti”dir. Bu bakımdan Türk Milliyetçilerinin İslâmcı oluşunu hiç düşünmedikleri gibi, Müslümanlığını bile makbul saymayanı maalesef çoğunluktadır.
Hiç birbirimizi kandırmaya gerek yoktur. Vaziyet böyle gelmiş böyle geçiyor. Özeleştiri yapması gereken hangisi olursa olsun samimi cemaat mensuplarıdır. Gerçekten Müslüman Türk Milletini tehdit eden ve Türkiye’ye nüfuz etme kabiliyeti yüksek olan bir “Siyasi İslâm” tehlikesi mevcuttur. Elbette bunun arkasında en önde ABD vardır. Fakat ne yazık ki mevcut Cemaat tartışmalarının lideri, Amerika’nın elindedir; bu bakımdan işin samimiyetine inanmak mümkün değildir. Bugün İslâmcılığın yabancı güçlerin elinde oyuncak olduğu bir gerçektir. Soğuk savaş döneminde, komünizm ile tertemiz Türk Milliyetçiliğini ortadan kaldırmak isteyen Ortodoks Rus şovenizmi, şimdi de “Siyasi İslâm”ı kullanarak Katolik Hristiyanlıkla aynı işi yapma gayreti içindedir. El-Kaide, Işid, Nusra adı altında Selefilik’in yapmak istediği budur. Elbette Hocaefendi karıncayı incitmiş değildir; lakin kökü ve kömeci dış tasarımlara dayanmaktadır. En azından bu konuda ısrarlı şüphe ve emareler vardır. Kendi kendimizi kandırarak doğru yolu bulamayız.
Türk Milliyetçileri, aynı zamanda İslâmcıdır; bizim bu görüşlerimizin detayı kimseyi, hele hele Amerika ve Avrupa’yı hiç alâkadar etmez. Dozuna gelince, elbette Türk Müslümanlığı, Sünniliği de Aleviliği de içinde barındıran Ahmed Yesevi ve Maturidiye’dir. Bu konuda kimseden nasihat almaya ve yol aramaya gerek yoktur. Türklük, İslâmiyet’i kendi içinde münakaşa etmeden ve hiçbir tesir altında kalmadan kabullenmiş ve bayraklaştırmıştır. Müslüman Arap düşüncesi ile tanışmamız 750 Talas Savaşı olduğu halde İslâmiyet’e ilk adımlarımız 200 yıl sonradır. Yani bu işi iyi düşünmüş, Arapların hadis ve ayet yorumlarının yalanlarına kanmadan benimsemişiz. Hz. Muhammed, Türkleri tanısa da tanımasa da, Türkler İslâmiyet’in ruhuna nüfuz etmiş, elbette İstanbul’u fetheden kumandanın kendilerinden çıkmasını sağlamıştır. Bu kadar kolaysa Araplar ve ikinci Müslüman Farslar, hadisi şerife layık olalardı; neden olamadılar. Bunlar elbette hamaset değildir. Bu çerçevede Yesevi kadar ümmetçi, Fatih Mehmet kadar İslâmcı, Sultan Alparslan kadar Sünni, Şah İsmail kadar da Alevi, hatta Kızılbaş’ız. Bağnazlığa, milliyetsizliğe, cibilliyetsizliğe itibarımız yoktur ve olmamalıdır. Marksizm gibi iktisadi, Arap ideolojisi Selefilik gibi; hiçbir ekonımik, siyasi ve dini görüşleri kabul etmiyoruz. Çünkü Sultan Alparslan “Tertemiz Müslümanlarız” demiştir ve elbette onun yolundayız.
Baki olan Huda’ya emanet olun.