Ali BADEMCİ
Herhalde Kurban ibadeti için bu bayram bir gün uzun tutulmuştur. İlginçtir ki Türklerin kurbanlı bayramları her vakit en az dört gün sürer. Bu da genel olarak Türkler’ın çok sık yaptığı kurban bayramlarının en önemli özelliğidir. Kurban etinin en az yedi sehmi özellikle kurban kesemeyeceklere dağıtılır, gerisi ev veya hane halkı tarafından birkaç gün içinde bitirilir. Bayramlarda sakatat yenmez; iç organlar ya atlılır yahud da temizlenerek sonraki zamanlarda bir Oğuz geleneği olarak “Bumbar-Paça” gibi çok güzel yemekler yapılır. Dolayısıyla bayram bitince kurban eti de biter; eskiden şimdiki gibi “Kanı dışarı, eti içeri” gibi kültürel haysiyetimize yakışmayan davranışlarda bulunulmazdı. Deriler bağırsakları ile beraber bir hayır kurumuna veriler, hayvan kesildikten sonra oluşan pıhtılaşmış kan gibi pislikler mutlak olarak toplanır ve toprağa gömülürdü. Bu gelenek de Türkler’e hastır ve başka milletlerde katiyen görülmez. Kurban ibadetinden sonra girdiğiniz “Oğuz” evinde katiyen pislik ve koku dahi göremezsiniz, her taraf tertemiz yıkanmıştır.
Oğuzlar’da bayram gelenekleri hiç değişmemiştir; İslâmi devirde sâdece versiyon değişmiştir. Genel olarak ana figürlerde hiçbir şeyin değiştiğini söyleme imkânı yoktur. İki devri karşılaştırırsanız arada hiçbir fark olmadığını mutlaka göreceksiniz. Meseleye bu yönden bakarsanız inançlar ve ibâdet şekilleri değişişse de kültür değişmiyor. İslâm öncesinde de bayramlarımız dinî ve kültürel olmak üzere iki şekilde icrâ ediliyordu. Mesela “Nevruz” böyle uzun süren bir gelenekler bütünlüğüdür. Zafer bayramları da öyledir; fakat atalara ve Göktanrı’ya ibadet mutlaka dinî ve sûfî özellikler taşıyordu. Sufizm bizde sanıldığı gibi İslâmiyet ile başlamış değildir. Türkler’in her yaşama şekli bu derinlikle alâkalıdır. Şarkı ve Türküler’de bile böyle muazzam bir derinlik vardır. İşte bu sebeble Türk tasavvufu İslâm tasavvufundan çok ayrı ve çok daha değişik kültürel ve tarihî özellikler taşımaktadır. Bu yazıda sâdece İslâmî dönemden bahsedeceğiz.
Oğuzlar’da genel olarak bayram temizliği üç gün önceden başlar. Âileler bayram bütçelerini önceden hazırlamışlardır. En yakın kasabada alış-veriş yapılır, yeni giyecekler için kumaş alınır ve bunlar “bayramlık” diye bir zaman evvel dikilerek hazır edilir. Başta çocuklar ve gençlerin bütün giyecekleri yenidir; ebeveynler ve yaşlılar ise en az bir iki yeni kıyafet giyerler. Bayramların en önemli ve görünen özelliği budur. Bu arada kasaba alış verişlerinde bayram boyunca yapılacak güzel yemekler için eksik malzemeler tamamlanır. Bunlar genellikle baharat türü malzemelerdir. Çünkü dâima etli yapılan bu yemekler için Oğuzlar’ın yağı (tereyağ), et, sebze, yoğurt gibi malzemeleri zaten kendilerinin milli üretimidir. Hiçbir şekilde bu malzemeler kaliteye itimat edilmediği kasaba pazarından alınmaz. Tereyağ kendi yayıklarında çalkalanmış, yoğurtlar kendi kazanlarında kaynatılmıştır. Ekşilik malzemeler de ürünün hasat zamanı dağlardan toplanmıştır. Meselâ bunlardan birisi hâlâ evcilleşmemiş olan “Sumak”dır ki vazgeçilmez ekşilik aracıdır. “Nar”ın İran-Irak-Anadolu-Suriye Oğuzları’nın yemek kültüründe bambaşka bir yeri vardır. Oğuzlar daima ekşi nar ekmişlerdir, ki bundan “Nar ekşisi” kaynatırlar. Mamafih “Koruk ekşisi” Türkistan’da daha önceliklidir ve şerbeti içildiği gibi ekşisi de yapılır ve yemeklerde kullanılır.
İslâmî dönemde Ramazan ve Kurban bayramları iki gün evvel başlar. Arife’den bir gün önceye “Şerefe” derler ki, bir galat olarak Oğuzlar “Arife”ye de “Arefe günü” demektedirler. Her iki bayramda da bu iki gün çok önemlidir. Semaya bakılır ve yeni ayın çıplak gözle görünmesi takip edilir. Yeni ayın doğması artık bayramın geldiğini delâlet eder. Elbette ayın doğması çok önemlidir, ama bayrama iki gün kala gözlerin semaya çevrilmesi ve işaret arayışına girilmesi mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir husustur. Gün batar batmaz yeni ay göründü ise son oruç gününde büyük bir keyifle yemekler yenerek âdeta kutlamaya dönüşür. Artık çocuklar ve hanımlar için o gece hiç bitmez; çocuklar sabah olup da bayram heyecanını beklerken, kadınlar ve kızlar gün ağarıncaya kadar yemekle meşgûl olurlar. Elbette sabahın ilk alaca karanlığında önce baba ve dedeler yataktan kalkar ve yetişkin gençlere namaz işaretini verir. Herkes kalkar ve abdestini alan camie koşar. O gün camii çok kalabalık olur ve dışarılara hatta sokaklara bile kilimler serilir. Vaaz devam ederken artık çocuklar da yeni ve bayramlık elbiselerini giymiş hazır durumdadır; bazı çocuklardan gençler arasında olanlar da namaza iştirak eder.
Her namazda olduğu gibi Bayram Namazı’nda da ibadet için ezan okunur. Çocuklar ezandan 15 dakika önce Camii Minaresi önünde müezzini beklemektedir. Müezzin gelince çocukların bir kısmı onunla beraber minareye çıkar ve ezandan evvel bir süre “Allahu Ekber, Allahu Ekber; La
İlahaillahu Allahu Ekber” nidaları tepeden koru halinde söylenir. Çocuklar bu işe “Ekberleme” derler. Şimdilerde “Hoparlör” çıktığı için harhalde bu mânevi hazzı tatmak artık mümkün değildir; lâkin bu Oğuz geleneği çocuklarda Din ve Tanrı duygusunun perçinlendiği zamanlardır. “Ekberleme”den sonra bayram namazı için tam vaktinde ezan okunur ve böylece camiide hutbe ve namaz ibadeti başlar. Namaz bitip de dışarı çıkıldığı andan itibaren artık bayramlaşma başlamıştır. Fakat arada “Mezarlık” yani ata dede ziyareti başlar ki camiden çıkan bu tarafa yönelir. Çok eski bir gelenek olarak hanımlar bayram günü mezarlık ziyaretine gitmezler; ancak arife günü mezar temizliği, sulama, murt dikme ameliyelerine iştirak ederler; dolayısıyla camii cemaati de bayram günün ilk saatlerinde ibadet etmek ve en az bir “Yasin-i Şerif” okumak için önlerinde tertemiz bir mezarlık bulurlar. İslâmi geleneklerden olmayan bu mezarlık ziyareti belki Oğuzlar’ın dışında başka Müslümanlarda mevcut değildir. Mezarlık ziyaretinden sonra herkes evlerine koşmaz ve çıkışta genellikle musalla taşı yanına dizilirler ve devri daimi andıran ve son kişi ile biten ilk bayramlaşma burada başlar ve uzun kuyruklar teşekkül eder. Dolayısıyla birbiri ile bayramlaşmayan kalmaz.
Mezarlıktan çıkanlar evlerine vardıkları zaman sofralarını kurulmuş bulurlar; ala bir yemek yenir. Bizde kahvaltı gelenekleri sonradan oluşmuştur. Kahve hatta çay geleneği sefâ kabilinden ortaya çıkmıştır. Esas olan sabah yemek yemektir ki sürüleri başına gidecek olan çobanlar tok gideceklerdir. Artık sofra yerden kaldırılmaz ve bayramlaşmaya gelen akraba ile komşular hemen sofraya oturur ve azından nezaketen birkaç kaşık yemek alır. Bayramlaşma mutlaka yakın komşulardan başlar ve uzaklara kadar devam eder. Elbette akrabalıklar ve kan bağı da bu ziyaretlerde öncelik arzeder. Yaşlılar ve hastalar da ilk ziyaret edilecek mekânlardır. Bu ziyaretler elbette Ramazan’da 3 gün, Kurban’da 4 gün devam eder.
Herhalde Kurban ibadeti için bu bayram bir gün uzun tutulmuştur. İlginçtir ki Türklerin kurbanlı bayramları her vakit en az dört gün sürer. Bu da genel olarak Türkler’ın çok sık yaptığı kurban bayramlarının en önemli özelliğidir. Kurban etinin en az yedi sehmi özellikle kurban kesemeyeceklere dağıtılır, gerisi ev veya hane halkı tarafından birkaç gün içinde bitirilir. Bayramlarda sakatat yenmez; iç organlar ya atılır yahud da temizlenerek sonraki zamanlarda bir Oğuz geleneği olarak “Bumbar-Paça” gibi çok güzel yemekler yapılır. Dolayısıyla bayram bitince kurban eti de biter; eskiden şimdiki gibi “Kanı dışarı, eti içeri” gibi kültürel haysiyetimize yakışmayan davranışlarda bulunulmazdı. Deriler bağırsakları ile beraber bir hayır kurumuna veriler, hayvan kesildikten sonra oluşan pıhtılaşmış kan gibi pislikler mutlak olarak toplanır ve toprağa gömülürdü. Bu gelenek de Türkler’e hastır ve başka milletlerde katiyen görülmez. Kurban ibadetinden sonra girdiğiniz “Oğuz” evinde katiyen pislik ve koku dahi göremezsiniz, her taraf tertemiz yıkanmıştır.
Muhabbetle.
(Bu konuyu daha bir yazı ile nihayetlendireceğiz.)