Ali BADEMCİ
Yesevi yılı için çalışma yapacaklara soruyorum: Fars asıllı Yusuf Hemadanî mi Ahmet Yesevi’ye tesir etti, yoksa Hoca mı onun fikirlerini değiştirdi! Eğer Ahmed Yesevi mukallid bir zamane adamı olsaydı Hemadani gibi şehirli kültürün dingiline oturmuş bir kişinin hilâfet postuna oturur o makamı Gucduvani’ye bırakmazdı! Ama Hoca Yesî’ye dönmeyi tercih etmiş, her türlü siyasetin dışında yaşayarak “Siyasi İslâm”a da itibar etmeyerek, ömrünün geriye kalan kısmını kendi mekânında tamamlamıştır.
Kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı, 2016’yı, Ocak ayındaki açıklaması ile Hoca Ahmet Yesevi Yılı ilân etti. Hoca’nın Türklüğü’nün dışında her şeyi tartışılıyor; en azından verilen bilgiler ve ortaya konan yeni çalışmaların yeni şeyler getirdiğini söylemek mümkün değildir. Fuat Köprülü üstadın 1918’lerde ortaya koyduğu Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar eserindeki görüşler aşılamadığı gibi, o da 1940’larda İA’ya yazdığı Ahmet Yesevi maddesi ile eski fikirlerini tamamen revize etmiştir. Sonraki çalışmaları yok farzetmek mümkün mü? Elbette değil; fakat bu araştırmalarda yeni bulguların ortaya çıkarılması bir yana yeni görüşlerin de ortaya konduğunu söylemek mümkün değildir. İşte mesele uluslararası bir boyuta kavuşuyor; her halde âlimlerimizin daha çok ilgi göstermesi ve gayret sarfetmesi gerekmiyor mu? Fikir ve düşünce ortamında yeni bilgilerle ancak çalışılan ve konuşulanlara yeni görüşler eklenebilir! Bu işi de, ancak düşünce sahipleri kendi güçleri ve bulundukları konumla ileriye götürebilirler! Bu hususta yeterli miyiz, değil miyiz işte önümüzdeki dokuz aylık zamanda bu işi öğreneceğiz?
Türkiye’de 1992’lere kadar Yesevî çalışmalarında bir ciddiyet vardı; fakat Yesevî mekânı veya merkezî coğrafyası üzerindeki demir perde kalktıktan sonra, ülkemiz imkânları ile buralarda yapılan eğitim çalışmaları tam bir şova dönüştü; dolayısıyla yüzbinleri aşan Yesevi Üniversitesi öğrenci sayısı şimdi on binlere düşmüştür! Bu işi Rusya’nın tekrar dönüşü gibi komplo teorileri ile izah etmenin mânâsı yoktur! Türkiye bu işi becerememiştir; Türk Milliyetçileri yine sınıfta kalmıştır! Herşeyden evvel bu işe öncülük eden tam ve mazbut bir tarzda Yesevi ahlâkı ile meşbuu olması gerekiyordu! Böyle bir ciddiyeti kim iddia edebilir? Adamın “Ulusal TV”de düştüğü rezalet ve içinde bulunduğu hareketi kendine benzetme çalışmalarını herkes görüyor! Elbette Yesevî ile ilgili ortaya konan biyografiler ve toplanarak neşredilen “Hikmetler”e bir diyecek yoktur! Bunlar Yesevi’ye ait olsa da olmasa da çok faydalı çalışmalardır! Ortaya koyduğu rezaleti görmemezlikten gelip kendini bu işin “Kutbu” sanmanın Amed Yesevi’nin manevî dünyası ile ne alâkası vardır! Bir kere bu işe bayrak olacak adamın özel hayatı da tıpkı onun gibi olmalıdır! Yesevi Üniversitesi’nde görev yapıp gelen bir çok akademisyen “Bu işi berbat edip geldik” diyor! Yesevi’yi tanımak ve onun düşüncelerini bir milim öteye taşımak bu mudur?
Ahmet Yesevî’nin hayatı efsanelerle doludur; oğlu İbrahim’in de, o meşhur sütlü ineği olduğunun da yazılı kaynaklara ihtiyacı vardır; yoksa kabul etmeyecek miyiz? Elbette kabul edeceğiz ve o zaman da işe hakikat yüzü vermekten ziyade Zeki Velidi gibi Türkistan’ın her yanında konuşuluyor diyeceğiz! Elvan Çelebi’nin Hacı Bektaş’tan 200 sene sonra yazdığı “Vilâyetnâme” veya “Velâyatnâme” tarihi bir materyal değil efsanelerin ta kendisidir! Elbette kıymet ifade eder lâkin bu işi öyle mezhepleşmeye tahvil ederseniz işin tadı kaçar ve bir anda Yesevî’nin Alevî olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız! Halbûki bu deyim Türkler arasına çok sonradan nüfûz etmiştir, ki Araplar’da klâsik olarak bulunsa bile o zamanın Türkleri bunu bilmez! Şimdi Türkiye’de çok insan Atatürk’den Ahmet Yesevî’ye kadar birçok değere Alevi – Bektaşi gözü ile bakıyor! Acaba kutup da aynı görüşte midir?
Evvelce Ahmet Yesevî’nin müfrid Sünnî olduğunu iddia eden Köprülü yirmi yıl sonra bu görüşlerinden döndü, ama ona katiyen karşıt mezhep mensubu gözü ile bakmadı! İşin içinde bambaşka bir gizem olduğunu anladı ve bu işi bir karış öteye taşıdı! Mutlaka bu gayrette olan arkadaşlarımız ve ilim adamlarımız da bulunmaktadır! Bu arkadaşların sesini duyan var mı? İşte mesele bu? Yesevî’nin yaşadığı zamanda merkezi Türkistan’da Türklük ile İran Milliyetçiliği’nin derin bir rekabet içinde bulunduğunu, Samaniler’in ortadan kalkmasından sonra bu düşüncenin Sünnî düşünceler içinde tekkelere indiğini neden görmemezlikten geliyoruz? Çok değil üç-beş kuşak sonra Emir Timur’ın elinin tersi ile ittiği bu hareket nasıl oldu da Özbekler devrinde Ubeydullah Ahrar ile Uluğ Bey’i sabah namazı yolunda katledecek seviyeye ve asabiyete ulaştı? Bugün bu hareketin adının ne olduğunu ve ne yapmaya çalıştığını biliyoruz! Kendini kutup sananların ocağı!
Yesevi yılı için çalışma yapacaklara soruyorum: Fars asıllı Yusuf Hemadanî mi Ahmet Yesevi’ye tesir etti, yoksa Hoca mı onun fikirlerini değiştirdi! Eğer Ahmed Yesevi mukallid bir zamane adamı olsaydı Hemadani gibi şehirli kültürün dingiline oturmuş bir kişinin hilâfet postuna oturur o makamı Gucduvani’ye bırakmazdı! Ama Hoca Yesî’ye dönmeyi tercih etmiş, her türlü siyasetin dışında yaşayarak “Siyasi İslâm”a da itibar etmeyerek, ömrünün geriye kalan kısmını kendi mekânında tamamlamıştır.
Aslında bu konuda konuşulacak ve yazılacak çok şey var! Hiç olmasa bu sefer Yesevî’yi dünyaya iyi tanıtalım, onun fikirlerini tam olarak ortaya koyalım! Bizden öncekiler Mevlâna’yı başardılar ama Hacı Bektaş’da gayretlere rağmen hâlâ yüzeydeyiz, Ahmet Yesevi’yi ise hiç tanımıyoruz! Âlimlerimiz herşeye sıfırın üstündeki ibreden başlamalıdır! Özlemle bekliyoruz!
Muhabbetle.