KOCA ŞAPKALI KIPTİ!
Şükrü ALNIAÇIK
Türk demokrasisinde % 30 barajına takılmış Laik Cumhuriyetçilerin sandık yoluyla iktidar olma umudunun canlı tutulması, % 70’lik demokrat kitlenin iktidar olma hakkı kadar önemlidir. Çünkü bu aritmetik, darbe zihniyetini beslemekte ve 10 yılda bir demokratik siyaset zeminini sulandırmakta, sahayı çamurlaştırmaktadır.
Türk Solunun 12 Eylül öncesindeki devrimci cinayetleri hoş görmesinin de Perinçek’in orduyu manipüle etmesinin de Madımak’ın da, Madımak’ın öcünü alan PKK’ya bazılarının sempati beslemesinin de, kenevir tarlasında yeşeren Taksim- Lice kardeşliğinin de, Ergenekon ve Balyoz davalarının da, 75 yaşında generallerin hapislerde çürümesinin de temelinde bu aritmetik yatmaktadır.
Develerin siyaset yapmak üzere başkentin en büyük meydanına çıktığı okunmuş hurmalar ülkesinde milli güçten ve diplomatik saygınlıktan söz edilemez.
AKP’nin 11 yıldır AB normları, Kopenhag kriterleri diye bağıra bağıra uyguladığı çağdaş anayasal tanzim sürecinin neden diplomatik saygınlıkla değil de PKK’nın elinde maskara olmakla neticelendiğini bu bağlamda sorgulamalıyız.
Ben kendimi bildim bileli Türkiye’nin dört bir yanı düşmanla çevrilidir. “Sıfır sorun” edebiyatına rağmen bugün de Ermenisi, Bulgarı, Yunanı, Sırpı, Slavı, Arabı, İran’ı, Suriyesi ve Irak’ı… Türkiye’ye düşmandır. Fakat bu düşmanlık işinde bir gariplik var. Bugünkü mütebessim liberaller eski düşmanlara yenilerini eklerken, “sert Milliyetçi” Atatürk nasıl komuşularla sıfır sorun seviyesine ulaşmıştı?
“Balkan Antantı”yla Yunanistan’ı Yugoslavya’yı ve Romanya’yı, “Sadabad Paktı”yla İran’ı, Irak’ı ve Afganistan’ı nasıl renklerine bağlamıştı? Üstelik sonunda Hatay’a bağımsızlık kazandırarak -bir yıl sonra Türkiye’ye katıldı- Suriye’yi nasıl kiniyle başbaşa, yapayalnız bırakmıştı?.. Araştırmamız gerekiyor!
Milli mefahirlere daima bir kılıf bularak milliyetçiliği öldürmeye çalışan eski solcular gibi şimdi de yeni sağcılar, 1930’larda Atatürk tarafından barış bayrağı altında toplanan komşuların daha akıllarının ermediğini, çoğunun manda vs olduğunu, o yüzden bizimle masaya oturduklarını söyleyecekler, “konjonktür” filan diyeceklerdir. Oysa Atatürk’ün dış politikasını güçlü kılan faktörlerden biri, “düvel-i muazzama karşısında zafer kazanmış olmak”sa diğeri de “kamu düzenini muasır medeniyete göre tanzim etmek”ti. Kamu İdaresi, modern yönetim anlayışıyla çelikleştikçe “milli güç” yükselmiş, Atatürk de bu milli gücü, politik güce dönüştürme becerisini göstermişti.
Biz, öz kültürünü terkederek saza caza baloya koşturan Kemalist batıcılardan değiliz. Laikliğin, Siyasi, Hukuki ve Bilimsel yönlerini ilk keşfeden de biziz. Felsefi ufkumuz İslam dinine olan saygımızla sınırlıdır. Felsefe olsun diye ne var ne yok sorgulama eğiliminde hiç olmadık.
Ufkumuzu şeyhler mürşitler daraltmadığı için Fransız İhtilal sürecindeki yüz yıllık “Laikar” dönemi keşfeden ve bugünkü cumhurbaşkanı devlet camisinde namaz kılmazken Diyanet İşlerinin ne işe yaradığını ilk keşfeden de biziz.
Ehli sünnet velcemaatle de cem evleriyle de hiç didişmemiş olmanın onuru sadece bize aittir. Kimse şeyhinin, hocasının siyasi birikimiyle sınırlı aklıyla bize Din dersi vermeye veya Laiklik edebiyatı yapmaya kalkmasın.
Bu ülkede dini de Atatürkü de istismar etmeden özümseyen, dini özünden okuyan, Atatürkçülüğü de modern bilimle telif ederek benimseyen tek ciddi siyasi oluşum Ülkücü harekettir. Türkiye’deki darbeleri de kardeş kavgalarını da bir siyasi mukadderat haline getirme sorumluluğu olanları bir kez daha akl-ı selimle davranmaya, kutsal değerleri ve milli mefahirleri kullanmaktan, siyasete alet etmekten uzak durmaya davet ediyoruz.
Bizim en samimi dindarlar olduğumuz halde siyasi söylemlerimizde ayet-hadis zikretmememizin sebebi, dinimize olan saygımızdır.
Bizim fikir gömleğimizin Atatürk’le aynı kumaştan dokunmuş olmasına rağmen siyasi yolculuğumuza Atatürk’ü ortak etmememiz, bu milli kahramanımıza olan saygımızdandır.
Türkiye’de 70 yıldır dindar kitle ile milli ordu arasında bir yerli-yabancı kavgası varmış gibi ülkeyi tahteravalli siyasetiyle yönetmeye, iktidar olmaya çalışanlar, bundan sonra daha dikkatli olmak zorundadır. Bu siyasetin Anadolu ve Rumeli Türklüğünü getirip bıraktığı noktada milli refah, mutluluk ve diplomatik saygınlıktan çok, gelecek kaygısı, endişe, asabiyet ve mutsuzluk vardır.
Osmanlı torunlarının, dün Arnavutluk sancağındaki Enver Hoca’dan bugün de Mısır eyaletindeki “koca şapkalı Kıpti”den siyaset transfer etme çabasının arkasında bu kısır döngü yatmaktadır.