Ben tam aşağıdaki “Kösoğlu” yazısını tamamlayıp uyumuştum ki sabah “Ankara Ötüken”den Levent acı haberi verdi. Bu sebeble aşağıdaki yazımı çok değiştirmeden sizlere aktaracağım. Kendilerine Yüce Tanrıdan rahmet niyaz ediyorum. Başta ülkücü camia olmak üzere benim de aralarında bulunduğum “Ötüken Ailesi”ne başsağlığı diliyorum. Yerini dolduralamayacak tefekkür ve kültür abidesi muhterem ağabeyimiz ve eserleri ile ilgili kısmetse birkaç yazı yazacağım:
Nevzat Kösoğlu’nu Atatürk sonrası Cumhuriyet kuşağının ilik neslinden saymak gereklidir. O’nu, 2.Dünya Harbi’nin savaşa girmemek için direnen, kemerlerini sıktıkça sıkan Türkiye’sinin soluk yüzlü insanlarından biri olarak dünyaya gelmiş olduğunu da söyleyebiliriz. Âdeta bu yıllarının donukluğu ile Rus işgâlini görmüş bir bölgenin insanı olarak, ülke üzerine çöken Sovyet kâbusuna karşı milli asâbiyetin gerginliği sanki onun ilerideki karekterini de etkilemiş ve kendilerini pek gülmeyen, hep düşünen resmin çerçevesine oturtmuştur. Hattâ devletin ve dünyanın baskılarına karşı uyanan “Türkçülük ve Milliyetçilik” rüzgârının da onun geleceğinde hâkim olacağı belki çocukluk yıllarında düşünülmemiştir ama verilen mücâdelelerin, ileriki hayâtında kendini esir ettiğini kabûl etmeliyiz.
Bizler O’nun kuşağından addedilemeyiz. Lâkin aynı köklerden çıkan sürgünler olduğumuzun şuurundayız. Kendilerinden yarım nesil ileride sayılırız. Gerçekten Kösoğlu’ların orta yaşları bizim ilk gençlik yıllarımızdı. Rahmetli Galip Erdem, Sadi Somuncuoğlu ve İbrahim Metin gibi 1960 İhtilâlinden sonra kurulan ancak bizlerin 70’li yıllarda farkına vardığımız “Üniversiteliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği” çatısı altındaki çalışmaları bilmekteyiz. Aynı yıllarda haftalık Devlet, aylık Bozkurt ve Töre gibi dergilerinde milliyetçi aydın ve fikir adamlarını onlar bir araya getirmişlerdi.. O yıllarda İstanbul’da da Atsız Beğ’in aylık Ötüken dergisi yayınlanmaktaydı. Tabiatiyle orada da bir avuç insan vardı. 1975’de Atsız Bey ölünce sanıyorum Ötüken ekibi dağıldı diyebiliriz. Aslında İstanbul ekibi Ankara’da bulunan ekibin fikir babaları ve ağabeyleriydi. Fakat Ankaralılar’ın bugünkü ülkücülüğü sisemleştirdiği ve hareketi Türk-İslam sentezi gibi modern bir fikir platformuna taşıyarak siyasi hareket haline getirdikleri gerçeğini unutmamalıyız.
İşte bu sebeplerden ötürü Nevzat Kösoğlu’nu MHP hareketinin, yani ülkücülüğün de ilk kuşağı saymamız çok doğrudur. 1970’li yıllarda bizim Ülkü Ocakları Genel merkezi ile bunlar arasında arzu edilen birliktelik maalesef başarılamadı. Bir takım gizli ve menfûr eller böyle bir buluşmayı engellemiştir. Ocağın ilk kuşağı fazla teferruata gerek olmadığı, sol eylemler karşısında “zamanın eylem zamanı olduğu” görüşünü savunurken Kösoğlu ekibi “şuurlu bir gelişme“ istemekteydi. Rahmetli Başbuğ sebepsiz sebeplerden ötürü ufak tefek sürtüşmelerde taraf olmadı; ama gençlerin yanında olduğunu da hafif de olsa belli etti. İşte Ocaklılar ile “Bucaklılar” ın sonraları çok sırıtacak olan fikri yetersizlikleri böyle başladı. Gerçi kurtaranlar kendini kurtardı ama geride kalanlar başkalarının oltalarına takılarak hareketin başına istenmeyen işler de açmışlardır. Artık bu özeleştirileri kabullenmek de bir daha hataya düşmemek için yaşanan acı tecrübelerden ders almalıyız. Çünkü dün çocuktuk şimdi yaşlarımız hep 65’i geçti. Onun için bu satırlardan alınmayın.
İşte takip eden yıllarda bugün üniversitelerde bulunan birçok akademisyen hep Kösoğlu ve arkadaşlarının ekibi içerisinde yetişerek bulundukları konumlara geldiler. Eğer o zamanki Ülkü Ocakları ve Gençlik Kolları bu tarafla tesânüd içerisinde olsaydı bugün ülkücülüğün çehresi daha değişik olurdu. Yıllar sonra Nevzat Kösoğlu, ”Biz aslında ülkücü hareketi bugünkü ‘Gülen’ hareketi gibi düşünüyorduk. Ama keyfimize bırakmadılar” sözleriyle o yıllarda kaçırdığımız treni çok güzel ifâde etmiştir.
Kösoğlu MHP’de aralıksız 10 yıl Türkeş Bey’in dizi dibinde hizmet etti. Onun verdiği her görevi hakkıyle yaptı. Bu sebeble 1977’de Erzurum milletvekili olarak parlemento hayatı 12.Eylül.1980 tarihine kadar devâm etti ve bu tarihte Türkeş Bey ile beraber tutuklanarak 1,5 yıl gibi uzun bir süre de içerde yattı. MHP dâvâsı mahkemelerinde tarihi savunmaları bugün kitaplaşmış vaziyettedir. Dâvâlarda hiçbir şekilde dik durmaktan çekinmeyerek ülkücülüğüne yakışır bir imtihan vermiştir. Bugün davalarda tutuklu sanık olarak yargılanan ülkücüler “yargı”nın her safhasında onun vakur davranışlarını hürmet ve sadakatla yad etmektedirler. Nevzat Bey cezaevinden çıktıktan sonra faal politikaya itibâr etmedi ve kendini fikir çalışmalarına verdi.
Kösoğlu’nun bugün iştirak ettiği büyük yayınların dışında sanıyorum 20’nin üzerinde çok kıymetli eseri bulunmaktadır. 1980’den sonra kendini tamamen tefekküre vererek önceki birikimini katlayan ve özellikle sosyal siyâset alanında ilk olmasına karşılık ülkücü kamu oyunda ona başka bir derinlik kazandıran “Tarihe Konuşmalar” kitabı ile 1987’de tanıştık. Daha evvel de milliyetçi dergilerde onun yazılarındaki ufka yabancı olmadığımız halde bu kitabında özellikle “MHP Dâvâsı” duruşmalarındaki tavır ve konuşmaları yüreklerimizi titretmiştir. O’nun gerçek bir ülkücüyü temsili dolayısiyle gönüllerimize oturmuştur.
Nevzat Beğ, sanki 10 yıl sonra olacakları ve tâkip edilecek politikaları biliyormuş gibi, 1990’lı yıllardan sonra kafayı mâlum “kimlik” meselelerine takmıştır. Şimdi uygulanan “kimliksizlik” zihniyetine karşı “Türk Kimliği” daha o zamandan Turgut Özal dolâyısiyle “mozaik” gibi kavram ihânetleri ile sulandırılmaya başlamıştı. İşte âdetâ bu yanılgıları önlemek için 1992-2005 arasında “Milli Kültür ve Kimlik-Türk Kimliği ve Türk Dünyası-Küreselleşme ve Milli Hayat-Türk Olmak ya da Olmamak” eserlerini ortaya koymuştur. Hattâ bugünkülere belki de yol göstermek, “Osmanlı”nın hiçbir şekilde “Türk Kimliği”nin dışına çıkmadığını ispatlamak için ”Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı” adlı eserini de bunlar arasında görmek lâzımdır.
Kösoğlu, ”Bediüzzaman Said Nursi(1999), Galip Erdem(2002), Geçmiş Zaman Yahut Bir Vâizin Söyledikleri(2007), Şehit Enver Paşa(2008), Peyami Bey(2011) gibi eserleri ile hatıra ve biyografi dünyası ile de iç içe görüşlerini sistemleştirdiğini görüyoruz. Ya tarih.. ”Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler” 4 cillik çalışma 1992’den sonra ortaya çıkan Türk cumhuriyetleri ile birlikteliğimizin hem bizim hem de soydaşlarımızın rehberi olmuştur.
İşte kaybettiğimiz Ağabeyimiz böyle ülkücü bir ideologdu. Hiç kimsenin sahiplenmesine gerek yoktur. İşte eserleri ortadadır. Kösoğlu’nu okuyan, fikir ve düşüncelerine vâkıf insanın hakkını teslim edeceği en güzel sıfat O’na “Filozof” demektir.. Bu yönü ile de “Ülkücüler”in filozofudur. Eserlerini yeni nesillere taşımak bizlerin birinci görevidir. Siyaset de O’nun fikir ve düşüncelerini bayraklaştırarak hakkını teslimde hata yapmamalıdır. Tanrı Rahmet Eyleye..