Arapça “Etrak”, ” Türkler “ demektir. Yine aynı şekilde Arapça “İdrak”, ”Anlayış”, “Etrâk-î bi-İdrak” “Anlayışsız Türkler “ mânâsındadır. Çoğumuzun kafasındaki izlere göre bu nitelendirmenin bir Arap işi olduğu sanırız. Son devir Arap ihâneti maalesef böyle bir çağrışımı hafızamızın ön sıralarına çekmektedir. Bu sebeble bilerek veya bilmeyerek terkibin Arapça olmasından ötürü onların “Türkler”i tanımlaması şeklinde de anlarız. Gerçekte bu görüş doğru değildir ve böyle bir nitelendirme ile Araplar’ın ilgisi de yoktur. Bazan daha da ilerilere kadar giderek Farslar’ın da Türkler’i benzer şekilde bir gözle gördüklerini sanırız. Bu bakımdan İran’da Farslaşma, Anadolu’da Araplaşma gibi ögeler ile kültürümüzün işgal edildiği sonucuna varırız. Bu görüş de çok doğru değildir. Aslında her işi kendimiz yapar, başımıza çorabı kendimiz örer, ondan sonra komplo teorileri ile işi başkalarının üzerine atarak, meselenin içinden sıyrılır çıkarız. Bir bakıma “Saflığımız”ın genetiğimizdeki tezâhürleri olduğunu hiç mi hiç hesaba katmayız. Tarihimizde ve kültür hayatımızda hiç kimsenin bizi yanlış yollara sürüklediğini söylememiz akıllı bir tesbit değildir.
Türk kültür tarihinde “Etrâk-î bî-İdrak” meselesi en erken 13.Yüzyıl Anadolu Selçuklu devrinde şu meşhûr sosyal kargaşalıklar devri olan “Babâî İsyânları” zamanında vukuu bulmuştur. Bu sosyal sancılara ne Araplar’ın ne de Farslar’ın müdahil olduğunu söylemek mümkün değildir. Zamanın tarihçisi Kerîmeddîn Aksarayî, “Müsamerât’ül-Ahbâr”da, benzer şekilde “Etrâk-i Mütegalllibe” (Zorba Türkler), ” Etrâk-i nâ-pâk” (Temiz Olmayan Türkler), Etrâk-i Hârici (İsyancı Türkler) gibi hakaret içeren değerlendirmeler de vardır. Bu ve benzer ifâdeler bizim devletimizin dayandığı asli unsuru nitelendirdiği hoş olmayan şeylerdir. Bugünkü devletimizin devamı olan Büyük Selçuklular ve Osmanlı’da da böyle olduğu gibi bugün bile değişik tezahürlerini görmeniz mümkündür. Birinci mesele bu işlerin yabancı bühtanı sanmamıza hiç de gerek yoktur. Çünkü her zaman bu coğrafyada değişik şekillerde de olsa bu çileyi ne yazık ki aynı unsur çekmeye devam etmektedir. Peki bu insanlar bunu haketmiş midiz? Demek etmiş ! Bu haketme meselesi belki Cumhuriyet dönemi için çok geçerli değildir ama, yakın zamanda pisliği “Ermeni” yapmıştır; 12 Eylül öncesinde “Sosyalizm” adı altında solcular ve Rusçular yapmıştır, sonuç olarak darağacını zavallı “Türk Çocukları” boylamıştır. Solcu olsun sağcı olsun ne değişir? Bu anlatmak istediğimizin apayrı bir penceresinin neticesidir.
Türk kültür, sosyal ve dini hayatında insanların inançlarını hiçbir şekilde devletleri diretmemiştir. Hatta vaki değişik kabullerde meydana gelen sonuçlarda hiçbir zorlamaları da bahis konusu olduğu da görülmemiştir. Ancak bu içtimai kabuller sonucunda zaman zaman devlete karşı ortaya çıkan direnişlere otoritelerin bu inançları daima kontrol etme isteği sebeb olmuştur. Eski deyimle “Batınî” yeni ve modern anlayışla “Heteredoksi” denilen devletin kontrol edemediği halk inançları ve Müslümanlığına karşılık, devletin kontrolünde olan “Ortadoksî” yani Sünnî inançlar ister istemez bir ikilem yaratmıştır. İşte en büyük hatamız bu ikilemi başkalarından bilmemiz ve komplo görüşlerle izaha kalkmamızdır. Gerçekte biz yaratıp biz tapıyoruz. Bu sebeble devlet sürekli olarak bu vari inançların ortaya çıkmasına ve taşınmasına otoriteler tarafından göz yumulmayarak devletten dışlanmaları ile sonuçlanmıştır. İster “Ortadoks”(Sünnî), ister “Heteredoks” (Alevi) olsun adeta “Türk” çocuğundan kendi devleti ürkmekte, ”Babai-Celali-Pir Sultan” gibi isyani duyguları hatırlamaktadır. Komplo teorileri ile halk birkaç parça gösterilmektedir. Gerçekte halk arasında böyle bir şey yoktur ve halk değişik görüşler için ne birbiri yarış ne de düşmanlık içerisindedir.
Bugünkü Türk insanın sosyal hayatında böyle şeyler ve tarihi kalıntılar önemini kaybettiği halde kontrol altında bulundurulmak istenmesi sebebiyle ortaya çıkan endişeler işin içinden çıkılmaz bir “Köktendinciliği” gündeme getirmiş hatta siyasete hakim kılmıştır. Yazarlar-çizerler-stratejistler gözardı edilemeyecek “Görüneni” komplo teorileri ile izâh etmektedirler. Arab’ın bozulan aşkı, Fars’ın “Şii” ortadoksiyi “Sasani” ye tahvilini, Amerika ve Avrupa’nın değişik politikalarını asıl sebeb olarak görmektedirler. Halbuki büyük handikap inancı ne olursa olsun “Türk” insanına geçmişteki “Türkmen” muamelesi yapılması ve devletten uzak tutulmak istenmesidir. 1960’dan sonra hızla yüz değiştiren halkımızın sosyal yapısının son 1000 yıllık düşünce tahlilinin adam gibi yapılması ve devletin müşterek bir birliktelik yaratabilecek tezler uygulaması şarttır. Hurafe peşinde gitmek komplo teorilerine gereğinden fazla umut bağlamak boştur. Herkesin iyi düşünmesi lâzımdır. Çünkü dünyayı ne kılıç, ne top, ne ateş idare etmiyor; bu işi akıl ve uzmanlık yürütüyor.
Esen kalın.