Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda şüphesiz ki, Bektaşi Dervişlerinin önemi çok büyüktür. Ancak bunların o zaman bu isimle adlandırıldıkları ve “Bektaşilik” gibi organize bir güçten bahsetmek mümkün ise de, böyle bir adlandırmanın oluştuğunu söylemek zordur. Özellikle Rumeli fetihlerinde çok etkili olmalarının en önemli sebebi, daha Hacıbektaş hayatta iken Sarı Saltuk’un buralarda görülmesidir. Hatta Sarı Saltuk’un bile Hacıbektaş ile bağımlı olmadığı, bizzat Hoca Ahmet Yesevi tarafından görevlendirildiği kaynaklarda bellidir. Bu sebeple, öz aynı olmakla beraber Rumeli düşüncesi, Anadolu Bektaşiliği’nden farklılıklar arz eder. Saltuk dervişlerinin 100 yıla yakın çalışmaları, Rumeli’de bu inançları kuvvetlendirirken fethi de kolaylaştırmıştır. İşte bu devirde Osmanlı padişahlarının, bu dervişlere İmparatorluk olmaları halinde kendilerine yardım vaadinde bulunulmuş ve devlet bu inançtaki insanlarla kaynaşmıştır. Dikkatinizi çekerim ki bütün önemine rağmen hâlâ dervişlerin “Bektaşilik” gibi bir organize unvanları ve “Alevilik” gibi mezhep çağrıştıran inanç ıstılâhları ortaya çıkmamıştır. Hele halk nazarında bu dervişler, bütün toplumun kucakladığı mübarek ve evliyadan insanlardır. Bu sebeple devletten de aynı itibarı görmüşlerdir.
Safevilerin siyasi sebeplerle ortaya çıkışlarına kadar her şey normaldir. Hatta II. Murat devrinde Safeviler de, aynı muameleyi görmüş ve kendilerine Osmanlı tarafından devlet yardımı yapılmıştır. II. Bayezid devrinde, biraz da Cem Sultan meselesinden, devlette zafiyet doğunca Anadolu’da Türkmen isyanları başlamıştır. Bugün bu isyanların tamamının siyasi sebeplerle Safevilerle bağlantılı olduğu, sosyal olayların onlar tarafından kışkırtıldığına dair çok güzel ve anlamlı çalışmalara sahibiz. İşte “Hacı Bektaş Velâyetnamesi” adı verilen ilk Bektaşi yazılı kaynağı, bu dönemde 1500’lerde bir Bektaşi dervişi tarafından kaleme alınmıştır. Gölpınarlı, bu metni Rumlu Firdevsi adlı bir dervişin Hacı Bektaş’ın ağzından yazdığını ifade ederse de, çok belli değildir. Böyle bir iddiaya karşı en büyük itiraz, Bektaşilerden gelmekte ve tıpkı Türk destanlarında olduğu gibi Velâyetname münderecatının, derviş tarafından hâlâ irticalen bilindiği, şeklindedir ve bu itiraz, Türk sözlü ifâde geleneğine daha uygundur. Velâyetname’nin en sonunda ifâde edildiğine göre, Hacı Bektaş Veli türbesinin kubbesine kurşun dökülmesi ve onarımı II. Murat (1421-1451) tarafından yaptırılmıştır. Dolayısıyla ilk Bektaşi yazılı kaynağı Velayetnâme gibi Hacı Bektaş Veli’nin bir inanç önderi olarak tanınması, onun ölümünden en az 200 sene sonraya tekabül etmektedir.
Şah İsmail, 1501 yılı yazında, Erdebil’de kendini “Şah” ilân ederek “Şiilik”i devletin resmi mezhebi yapmıştır. Bu bakımdan geniş anlamda “Alevilik” ve “Kızılbaşlık” bir Anadolu ıstılâhı olmasına karşılık, dar anlamda bu inanç sistemlerinin de siyasi kuruculuğunu üstlenmiştir. Zaten, daha dede Şeyh Cüneyd zamanında bu durum belliydi ve Anadolu İsyanlarından sonra mağdur olan birçok Türkmen, sığınak olarak Doğu Anadolu Dağları’nı seçmiş ve yüzünü çoktan Erdebil tekkesine çevirmiştir. İşte Anadolu Aleviliği de, bu zamandan sonra böyle bir isimle anılmaya başlanmıştır. Yani öyle çok da Araplarınki gibi İslâmi kökenli bir ayrılıkçı hareket olduğu kesinlikle ifâde edilemez.
İsmail, daha tahta oturmadan Anadolu’ya çok yakın yerlerden bura insanlarına “Erdebil Çağrısı” yapmıştır. F. Sümer’in kitaplarında bu husus çok açıktır. Erzincan’da kümelenmiş olan Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Zülkadir, Avşar, Kaçar ve Varsak Türkmenlerinden oluşan en az 7000 kişi İsmail’e iltihak etmiştir. İşte çok kısa zamanda Osmanlı karşıtı faaliyetleri dolayısıyla Osmanlı-Safevi düşmanlığı tırmandı ve bildiğimiz merhalelere kadar gitti. Şartlar ne olursa Safevi Devleti’ni Anadolu Türkmenlerinin oluşturduğu bir gerçektir. Bu şartlar altında kalanlara devletin şüphe ile bakmasından daha tabii ne olabilir?
Kalanlar haksızlığa uğramış mıdır, tabii ki uğramıştır. Böyle bir haksızlığı kabul etmemek mümkün değildir. Yalnız, bu haksızlığı çok abartılı noktalara taşıyıp meseleyi toplum seviyesinde bir düşmanlığa kadar indirgemek kesinlikle doğru değildir. Dünyada hiçbir ciddi çalışma veya zamanın kaynakları, Anadolu İsyanlarında 40.000 Kızılbaş’ın öldürüldüğünü yazamaz. Bunu bırakın, Çaldıran’da bile iki taraftan bu kadar insan öldüğü şüphelidir. Hele bütün insaf ölçülerini bir kenara bırakıp bu rakamın soruşturma sonucu idamlar olduğunu söylemek, hiçbir şekilde doğru kabul edilemez. Çünkü kaynağı yoktur. ”Safevi Selimnamesi” bu işin kaynağı olamaz; muteber ve muahhar kaynak zarureti vardır.
Bütün bunlara karşılık, Osmanlı’nın 17. asır başından itibaren gerileme devrinde, biraz da zayıflamanın getirdiği bunalımların faturasının alâkasız kişilere kesilmesi, devletin dünyaya ayak uyduramaması sonucu iktisaden olduğu kadar sosyal yönden de hızla çöküşe gitmesi, devlete bir takım softaların hâkim olması sebebiyle Alevilere baskıların artması, elbette haksızlıktır. Din istismarından nemalanmayan aydın Sünniler için de, bu baskı geçerli olup, yakın zamana kadar Anadolu Sünniliği, dağda-bayırda yalın ayak başıkabak dolaşmış, cepheden cepheye böyle koşturmuştur.
II. Mahmud devri ıslahat çalışmaları dolayısıyla Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına karşı tekiler için yapılan soruşturmalar, ne kadar devletin hakkı ise, bu insanlara komedi piyeslerinde bile görülmeyecek şekilde sorgulamalar yapılması o derece iptidai, sorumsuz ve akıl dışıdır. Bu vesile ile Kırşehir Hacıbektaş Veli Dergahı Postnişini Hamdullah Çelebi (1767-1836) ve 7 arkadaşının “Şeriat Mahkemesi” tarafından idam edilmek üzere sorgulanmasında cidden önemli dersler vardır. Mahkeme Heyeti, zamanın Kırşehir Kadısı (Bşk), Niğde kadısı (Muavin), Kırşehir Müftüsü ve Muavini ile bir de asker üye olmak üzere 5 kişiden meydana gelmektedir. Tarih 10-20 Şaban 1243 (26 Şubat-7 Mart 1828). Aslı ile oynamadan birkaç yerden yaptığımız iktibasları takdirlerinize sunuyoruz. Kadı sorguya Hamdullah Efendi’den başlar:
Soru: Şeyh Efendi, anladık anlamasına, amma öyle kebir-i mühimme bir mevkiin reisi iken niçün adamlarının Şeriat-ı Muhammedi’ye aykırı ve inkârcı küfür ve kâfirlik durumlarına mani olmadın? Ayrıca beldeyi fesada verdin, müslüman askeri Sekban-ı Cedid’i hazmedemedin.
Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, adamlarım dediğiniz Oğuz Türkmenlerimizdir, çoklukla köylerde yaşamaktadırlar. Konargöçer olanları da vardır. Onların Şeri’at-ı Muhammedi’ye inkârları ve aykırı halleri yoktur. Sen zan ve şüphe ile söylüyorsun mahkemeye Kadı Efendi. Bu zan da senin içinde küfrü günahtır.
Soru: Şeyh Efendi, senin dediğin Ümmeyeoğluları hükümetini geçelim. Dört hak mezhep üzere Abbasoğluları gibi ve dört hak mezhep üzere Selçuklular gibi ve Hulefa-i Raşidin nasıl Şeria-ı Muhâmmediye’yi adaletle İslam’a yakışır adaletle götürmüşlerse bu devleti İslam, Halifeyi Müslüman içinde bulunduğumuz din-î şeriayı da dinin emirleri üzere götürmekteyiz. Şüphe eden kâfirdir. İtirazın var mı? Cevap ver.
Cevap: Kadı Efendi Hazretleri, Birincisi, dört hak mezhep de hak olmaz. Hak birdir, iki de denmez, dört de denilmez. Semavi dinlere mezhep diyeçekseniz Hz. Musa’nın Tevrat’ında ahkâmı vardır. Hz. Davud’un Zebur’unda ise ahkâm Tevrat’a bağlıdır. Ayrıca mezhebi yoktur. Hz. “İsa’da İncil’in ahkâmı vardır. Kuran-ı Kerim’in de İslam ahkâmı vardır. Dört semavi kitapta üç mezhep vardır.Allah’ın vahiy ettiği ecdadım Hz. Muhammed’in bizlere tebliğ ettiği İslam’ın bir tek mezhebi vardır. O da İslam ve Müslüman ahkâmıdır. Hz. Peygamberin Ali’nin evladına işlenen cinayetlerle kanını döken katilleri asla Müslüman kabul edemeyiz. Suçsuz yere kan dökenler İslam olamazlar.Senin dört mezhep dediğin kişiler ne Peygamberin yüzünü görmüştür, ne meclisinde bulunmuştur, ne soyu sulbünden gelmiştir. Dinimizde bir mezhep vardır, o da İslam’dır.Mensubu olduğum Güruh-u Naci toplumu olan bizler İslam umdelerini yerine kusursuz olarak getiriyoruz.Hz. Peygamberin Ali’nin evladının, Ehl-i Beyt’i- nin kanını döküp katil olan kişiler kendilerine İslam adını, Müslüman adını bile yakıştıramamışlar da biz Sünni’yiz demişlerdir. Efendim bu da gerçektir.
Suçsuz yere ahalinin kanını dökmek İslamiyet’le ilişkisini kesmek demektir. Benim savunmam budur. Kabul etmek, etmemek siz efendime aittir.
Müftü Hacı İlmullah Halim Efendi Soruyor: Şeyh Efendi, mensuplarınız namaz kılmıyorlar. Bu zındık, dinsiz topluluğu neden Ehli Sünnet yoluna iltihak etmelerini emredip, namaza müdavim olmuyorlar? Siz bu zındıkların cezasının verilmesinde izlediğiniz yolu anlatınız.
Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, namaz kişinin kendine ait bir ibadettir. Topluluğu ilgilendirmez. Kişi isterse evinde kılar Allah’tan sevabını alır. İsterse kılmaz Allah’ta inkâr etmeyen, kazaya koyana cezasını vermez. Bize de ceza vermek düşmez. Kişi ne kadar Allah’a yaklaşırsa yaklaşır, uzaklaşırsa uzaklaşır. Allah’la kulunun arasına giremeyiz. Bizim Dergâhımızda böyle bir ceza uygulanması yoktur.
Müftü: Vay dinsiz vay! Namaz nasıl ferdi ibadet olabilir? Cemaatle kılmak mecburiyeti vardır. Düzgün sırayla namaza durulacaktır. Hem de o kadar sık omuzlar bir birine dayanacaktır ki şeytan araya gi- remesin. Sen nasıl namazı kişi yalnız başına isterse evinde kılar istemezse kılamaz dersin? Eeeeyy…
Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, camide omuzların sıklıkla birbirine dayanması “Şeytan ileriye geç meşin diyedir” diyerek sizi kandırmalarına inanmayınız. O uygulama Şam Emevi camisinde haksız zalim olan Muaviye ve Yezit veya Emevi hükümdarlarından birisi mihrapta iken bir kişi ileriye geçerek suikast yaparak yaralamasın, öldürmesin diye uyduruk bir tedbirdir. Dinen alakası yoktur. Aynı Şeytan yalanı zamanımızda devam etmektedir.
Müftü: Şeyh Efendi, neden namaz kılmıyorsunuz? Namaz kılarken Kuran okumuyorsunuz? Yaptırılan tahkikatta Türkçe dua ile iktifa ettiğiniz, Kuran okumadığınız anlaşılmıştır. Kuran’ı inkâr ettiğiniz anlaşılmıştır. Bu sorulara ne diyeceksiniz? Mensuplarınız ne söylüyor? Onu anlat mahkememize.
Cevap: Efendim müftü Hazretleri, bizler salât-ı daimdeyiz. Daima Allah’la beraberiz. Salâtı inkâr etmiyoruz. Cem cemaatimizin toplantısında Türkçe dua ettiğimiz doğrudur. Bazı Kuran da okuduğumuz vardır. Kuranın dua olan kısımları okuruz, mesela Fatiha gibi.
Kuran’ın düşünüp, fikir etmek, ibret almak için geldiğine inanıyoruz. Allah’ın bizlere “Düşünün, ibret alın, tefekkür olun, aklınızı kullanın’ ilahi hitabını. Allah’tan aldığımız bu emri gerisin geriye Allah’a göndererek, “Ey Rabbimiz düşün, ibret al, tefekkür kur, hisse al bilesin ki şöyle şöyle oluşlar olmuştur” diye Allah’a Kuranda geçen olayları anlatmanın ibadet olamayacağına inanıyoruz. Dua olan kısımlarını da okuyoruz.
Müftü: Şeyh Efendi, mahkemeye sapık fikrini anlatma. Kuranın hiçbir ayetini diğer bir ayetine tefrik, tercih edemezsiniz. Tümü Allah’ın emridir, sözüdür. Her rekâtta bir ayet okunur. Ayetin manası sizi ilgilendirmez. Manasını anlamadan okunan, uyulan daha sevaptır. Kâfirliğinizi ve küfrünüzü anlatıp durma. 4
Cevap: Efendim Müftü Hazretleri, Kuran-ı Kerim’in her ayeti Allah sözüdür. İlahi emirdir. Siz Ehl-i Sünnetler bildiğiniz gibi devam ediyorsunuz. Biz Müslümanlar, hayâ ederiz ki Allah’ın divanına durunca, “Rabbimiz bilesin ki Âdem ile Şeytan’ın, İbrahim ile Nemrud’un, Yusuf la Züleyha’nın, Musa ile Firavun’un aralarında şunlar, şunlar geçmiştir. Tarihi kıssalarda şöyle şöyle olmuştur” diye Allah’a tekrar hatırlatmak için Kuran okumuyoruz. Amma kendimiz öğrenmek için okuruz.
Biz ayinlerimizde cemaatçe Türkçe olarak Allah’tan istediklerimizi terennüm ederiz ki, Kurandaki tarihi kıssaları tekrar Allah’a hatırlatma- ya gerek kalmaz. Biz Allah’tan akşamımızı, sabahımızı, vakitlerimizi hayırlı getirmesini; göklerden hayırlı rahmetler yağdırmasını; yerden hayırlı bereketler vermesini; bekârlarımıza hayırlı evlendirmeler; hastalarımıza şifalar vermesini ve bütün ihtiyaçlarımız için Allah’tan yardım bekleriz.
Müftü: Çok uzattın Şeyh Efendi. Duanızın kabul olmadığı da belli olmuştur. Allah zevalinizi ve belalarınızı tümünüzün birden vermiştir. Dini sapık kimseler olduğunuz meydana çıkmıştır. Ehli Sünnetten olmadığınız için dünyada münkariz, Ahrette Cehennemlik olmuşsunuz.
Kadı: Şeyh Efendi, Şeyh Efendi! Dinsiz Şeyh Efendi! Allah’a şekil vererek, kendinize benzettiğinizi anlat bakalım. Onu nasıl uydurdunuz?
Cevap: Efendim Kadı hazretleri, Allah ayrı, yarattığı âlemler, Arz Semavat ayrı değil. Halik-i Âlem her yerde hazır, nazırdır. Bir yerdedir demek, başka yerde olmamasını söylemektir. Biz Dergâhımızda mensuplarımıza Allah kulundan ayrı ve uzaktadır diyemeyiz. Allah kulun aynısıdır da diyemeyiz, gayrıdır da diyemeyiz. Her yer Allah’ın mülküdür. Her şey Allah’ın tasarrufundadır. Yeryüzünün her yeri Allah’ın malı mülküdür. Kendisi de başında hâzır, nazırdır. Yalnız bir yere, Camiye, Mescide, Dergâha Allah’ın evidir, Allah’a yalnız orada ibadet edilir diyemeyiz. Hiçbir yarattığını Allah benzetemeyiz. İşte Allah’tır diyemeyiz. Ama hiçbir yarattığını da Allah’tan ayrıdır diyemeyiz.
Kadı: Şeyh Efendi, Şeyh Efendi, yuh sana be! Dergâhınızda Acem düzmesi söyleyen şairlerinizin Kn-el Hak dediklerini niye saklıyorsun? İtiraf etsen de saklasan da biliyoruz, küllühum kâfirsiniz. Mahkeme-i Şeriyye’nin sonunun hayatının da sonu olduğunu bilmiyor musun? Doğruyu söyle, haydi bakalım…
Cevap: Efendim Kadı hazretleri, ölüm hayatın sonu değil. Yaşayış oradan sonra başlayacaktır. Babam l-eyzullah Efendi ve Dedem Şiri Bektaş Efendi yüzlerce nefes, düvazimam söylemiştir. Bu fakır Çelebi Hamdullah da yüzlercesini söylemiştir dergâhlarımızda, toplantılarda söylenmektedir. Kişi Hakk’a ulaşmak için yetiştirilir.
Talkınlarımızla Hakk’a ulaşmak olur, ama kul I lak olamaz. Yaratılan kalkıp da bir arz, bir semavat, ayrı bir âlem yaratmaya kalkışamaz. Böyle bir iddia da eden hiç olmamıştır. Olsa bile deli diye oradan uzaklaştırırız. Kadı: Şeyh Efendi, vaktiyle şu konuşmanız duyulmuştur: “Bu Şeriat hükümlerinin zamanımıza göre değişmesi gerekir.” Bu lafınız küllühum kâfirliktir. Kâfirin katli vaciptir.
Cevap: Efendim Kadı Hazretleri, demedim, amma desem de küfür olamaz, çünkü mecelle, dinimizin temeli olan Kuran-ı Kerim’den alınmış kabul edersiniz. Bu kadar geniş kanun maddeleri vardır. Bu maddeler tam Kuran ayetlerinden alındığı halde belki de yetmiş defa değişmiştir. Bunu siz de bilirsiniz. Bütün fıkıh âlimleri de bilir ki şu anda maddelerin ihtiva ettiği kanunu konular Kuran-ı Kerim’in hiçbir ayeti ile tıpa tıp uyuşamaz. Çekişir durur.
Sizin dinimiz dediğiniz konular, mahkemede ve şeriatı şerifin içinden ayıklanmış sıyrılmış çıkmıştır. Şimdi siz Müslüman adına, dinimiz adına dediğiniz doksan dokuz konu sayılsa bir tanesi dinimiz adına hayatımızla alakası yoktur.
Bu küfür olmuyor da “Bizzat Allahın Resulü içinde de olsa zamanımıza göre ayetlerin hükmünü değiştirdi” sözümüz mü küfür oluyor?
Zaten Kuran demiyor mu ki anlayasınız diye Arap olduğunuz için Arap lisanı üzere bu Kuranı size indirdik. Akıl edin, akıllı olun, akıl sahipleri Kuran’da iyiliği, kolaylığı indirdik demiyor mu? Oğuzlarımızın bunu anlaması için Arap mı olmasını istiyorsunuz?
İnkâr etmemek şarttır. Bu şarta göre namaz kılmayan inkâr etmediği müddetçe kâfir olmaz, katli de vacip değildir. Amma siz savm-u salât etmiyor diye Oğuzlarımızdan çoğunu idam ettiniz. Müftü:, Sus, sus günahkâr oluyorsun. Kadı: Tabii ki katli vaciptir.
Cevap: Kadı Efendi Hazretleri, eğer katli vacip olsaydı salâtın kazası olmaması gerekirdi, çünkü salâtın kazası vardır.
Kısmetse yarın da sorgunun neticesi ve Hamdullah Çelebi’nin Padişaha mektubuna göz atalım.
Esen kalın.