Bu başlık bir hamâset sloganı değildir; bugün yaşayan insanı, ve yükselen türküleri ile gerçek bir “Arz-ı Mev’ud”, yâni “Türklüğe Vaadedilmiş Vatan” topraklardır. Öyle “Siyonizm”in “Nilden Fırat”a kadar mukadder olması mümkün olmayan muhayyel vatanı değildir. Etrafa korku saçarak, bunu bir takım uydurma ve efsanelere dayandırarak horozluk yapmanın mânâsı da yoktur. Fizikî bir gerçek olarak “Vatan”, sosyolojisi olan mücerred bir mefhûmdur. Hikâye ve efsaneye bakacak olursanız mutlak iddiası olmak zorunda olan her milliyetin, böyle tasavvurlarının olması tabiidir. Yunanlılar’ın “Megalo İdeası” da, işte siyonizmin “Arz-ı Mev’ud”u da böyle bir palavradır. Gazze’ye iki füze atmakla belki paralı olduğunuzu kanıtlayabilirsiniz ama zulümden başka arkada toplayacak bir şey bulamazsınız. %50’si, 65 yaşından yukarı ve kadın olan 10 milyon nüfusla böyle bir cihangirliğe de soyunamazsınız.
Dünya millet ve milliyetler tarihinde, dinî inançlar dâhil sosyolojik değerlerini “Cihan Hakimiyeti” üzerine kuran Türkler’den başka millet yoktur. Bunun yazılı kaynakları da vardır: Orhun Yazıtları-Selçuklu ve Osmanlı Fütühat İdeolojisi, Cengiz Han ve Gizli Tarihi, Emir Timur ve Zafernameleri, Mustafa Kemal ve Nutuk.. Bunlar size ne ifâde ediyor, bir inceler misiniz?
Âlemin adamı inceliyor ve bundan siyâset malzemesi olarak sonuçlar çıkarıyor. Batıda “Oryantalizm” dediğimiz hadise budur. Küresel güç ABD hâlâ teori üretmeye çalışarak, tarihi ve kültürel kökenleri ile tezahürleri inanç penceresinden görmeye devam ededursun hakikati “globalleşme” bile kapatmaya yetmemiştir. Dolayısiyle Avrupalılar’ın doğru tesbitlerini nazara almayan küresel imparatorluk işte böyle dünyayı savaş alanına çevirmiştir. Bu büyük güç tarihle oynamıştır ve bilimsel gerçeklere sırtını dönmüş sırf Yahudi sermayesi için onların kısır döngülerinin arkasına takılmıştır.
Şühesiz ki, Firdevsi’nin “İran” ve “Turan” deyimleri milliyetten ziyâde tamamen coğrafi anlamda muhayyel vatanları ifâde etmektedir. ”İran” bellidir ama muhayyel “Turan”ın Gökalp da sınırlarını çizmekten imtina etmiştir. Bunun sebebi geçen asırda tarih sadece olaylardan ibaret sanılıyordu ve “Sosyoloji” ancak “Felsefe” içerisinde ifâde ediliyor ve hatta “Psikoloji”den bile ayırd edilemiyordu. Fakat zamanımızda “Millet”i oluşturan sosyolojik elementlerden en önemlisi olan insan unsuru “Demografi” denen ve matematiğe dayanan müsbet ilimlerle izah edilmeye başlanmıştır. Milleti oluşturan insanların meydana getirdiği sosyolojik yapının bütün statik ve dinamik unsurları basit aritmetik hesaplarla ortaya konmaktadır. İşte “Vaadedilmiş Vatan” mefhumuna bu gözle bakmak ancak ona anlam kazandırabilir. Ayrıca bu kaabil muhayyel vatanlar tek bir etnisiteye göre değil birlikte yaşanılan diğer milliyetlere de hayat hakkı tanıyacak nitelikte olması lâzımdır. Bir safsatadan ibaret olan “Siyonizm” “Yahudi”den başka milliyet, ”Musevilik”den başka din tanımaz ve diğer unsur ile inançlara hayat hakkı da vermez.
Bu durumda “Vaadedilmiş Vatanlar”ın siyasi hudutları olmayabilir, fakat diğer bilinenlerle bu haritayı rahatlıkla çizebilirsiniz, ki bunun için müracaat edeceğiniz en önemli bilim dalı “Demografya”dır. Tarihi olaylar ve medeniyetler ancak bu önemli gerçeğin unsurları olabilir. Yani ilk ve vazgeçilmez şart vatanı vatan yapan üzerinde yaşayan ve daima canlı olan sosyal varlıktır, ki buna günümüzde “Millet” denmektedir.
Şöyle bir Orta Avrupa’dan başlayıp, o meşhur kuraklık göçü oklarını tersine çevirerek Çin’e kadar gidiniz; buralarda insana dayanan bir Türklük gerçeğini keşfettiğiniz gibi, tarihi ve medenî görüntülerle de bu hakikati destekleyebilirsiniz. Okların kuzey ucu Deşti-Kıpçak, İdil-Ural, Kazakistan-Sibirya ve Moğolistan’dan Mançurya’ya dayanır. Orta hat Anadolu –Suriye – Kırım – Kafkasya – Türkmenistan – Özbekistan-Kırgızistan – Doğu Türkistan’dan yine Mançurya’ya kavuşuruz. En Güney hat Mısır – Hicaz – Irak – İran – Afganistan – Doğu Türkistan okları istikametinde yine Mançurya.. İşte Türklüğün “Vaadedilmiş Vatanı: Turan” budur.
Bu devasa Avrasya coğrafyasında dün olduğu gibi bugün de muhtelif millet ve milliyetler yaşamaktadır ve yaşamaya da devam edecektir. Ancak bu vatanlarda Türk olan ve Türkçe konuşan 300 milyona yakın insan bulunmaktadır, işte demografi budur. Bu insanların birçoğu bağımsız bir Türk ülkesi olmayıp, Türklüğün azınlık olduğu yerler de mutlaka vardır. Günümüzde bunların bir çatışma içinde değil, ”Hümanizm” çerçevesinde yaşama hakları Birleşmiş Milletler Anayasası’nın değişmez umdesidir. Bütün insanlar da şovenizme karşılık böyle bir maddenin varlığını tatbikatta görmek istiyorlar; çünkü teoriler sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.
Böyle bir vatan için Türk insanının hayal de olsa bir takım şuuraltı düşüncelerinin olması gayet normaldir. Yanlış olan bu hususu her tarafa çekilebilecek ve gerektiğinde lastik gibi sündürülecek sıfatlardan ve siyasi söylemlerden kaçmaktır. Göktanrı’nın Türk başbuğlarına emanet ettiği muhayyel vatanın da böyle siyasi hududları ve demagojik tarafları yoktur. Bu sebeble hiçbir asırda Türkler’e böyle bir düşünce için hiçbir milletten kınama gelmediği gibi hoşlanan unsurlar da olmuştur.
Dikkat ediniz, Mustafa Kemal’ın aynı görüşlerden kaynaklanan ve hiç tartışılmayan yönü milliyetçiliğidir. Anadolu’nun en zayıf zamanında ve nüfusun dibe vurduğu “Harbler” sonunda Atatürk bu görüşlerinden ötürü hiçbir batılı bilim adamı tarafından bile uyarılmaya gerek görülmemiştir. Hatta zamanın Çin Elçisi’ne “Sizinle bir gün Çin Seddi’nde buluşacağız” dediği zaman elçi bu özleyişi tatlı bir gülümseme ile karşılamıştır.