Ali BADEMCİ
Moğol istilasının başladığı Otrar (esk adı Farab), Yengikend, Cend, Sayram, Havara, Savran, Yesi, Teke bölge ve şehirlerinin üç aşağı beş yukarı aynı bölgeyi işaretlediğini olay tarihçilerinin anlatımlarından görmekteyiz. Fakat açılımlarını ancak B. Öğel gibi kültür tarihçileri ile Barthold gibi siyaset tarihçilerden öğreniyoruz!
Hoca Ahmed Yesevi’yi anlamak için, yaşadığı Oğuz coğrafyasının o zamana göre durumunu iyi bilmek ve tahlil etmek gerekiyor. Bugün artık harabelerini bulabildiğimiz Yesevî Oğuz vatanının birçok kentini Aral Gölü kenarına yapıştıran bir ilim ve âlim zihniyeti ile Türklük fışkıran bir menbaı elbette izahta zorlanırız. İşin içine demagoji, popülizm ve olmayan tarikat anlatımları ile yanlışlar ve artistlik de girerse elbette bugünkü gibi elimiz boş, onu kavrayamamış insanlar olarak sadece onun kabrini karşısında resim çektirmekten öteye gidemeyiz. Bugün için durduğumuz ve bocaladığımız nokta budur. Ülkemiz âlimleri içinde Yesevi’yi onun dünyası ile tek kavramış âlim büyük Üstad Köprülü’dür. Köprülü’yü çalışan arkadaşlarımız meseleyi gereğinden fazla İslâmi görüşlere taşıma eğiliminde oldukları için başarılı değildir ve hiç de hakikati tesbite yaklaşmış değillerdir. Bu kargaşalıklardan ancak daha derin çalışmalarla çıkabiliriz. Önümüzde en büyük handikap son olarak Cengiz Han’ın tahrib edip harabeye çevirdiği Oğuz coğrafyasıdır. Bugün bu coğrafyanın tam merkezini bulamadığımız gibi Oğuz şehirlerinin dağılımını ve coğrafyaya yapıştırılmasını da tam sağlayabilmiş değiliz. Bu sebeble Hoca Ahmet Yesevi’nin ilk coğrafyasının düzgün bir haritasını çıkarmak ve bölgenin etnik, sosyal, kültürel, hatta inanç yapısını ortaya koymalıyız.
Moğol istilâsının bilerek çiğnediği ve harabeye çevirdiği Ahmet Yesevi coğrafyasının Türk kültür ve inançlarının ilk kaynağı olan Orhun-Ötüken ile ilişkisi neydi? Orhun’un hamurlaştırdığı Tarım Havzası ve Uygur kültürü neden Türklüğün ilk inşaasının temel taşlardır? Türkistan mefhumu ve buradan dünyaya dağılımı nasıl gerçekleşti? Bugün İslâm öncesi Türk kültürünü Orhun-Uygur-Türkistan kaynakları ile izah ediyoruz da dünya Türklüğünün olgunlaşmasında aynı elementleri neden hakkıyla ve doğru olarak kullanamıyoruz? Türkistan’da Soğd-Tacik, bozkır ve ötesi ile Mısır’da Kıpçak, İran-Anadolu-Ortadoğu’da Oğuz kültürü olarak hayata geçen olgu nedir? İslam öncesi Hindistan ve Kalaç kültürü neden kayboldu? Hakikatten Horasan nedir? İşte bu soruları tam olarak cevaplayıp açıklığa kavuşturamazsak Türklüğü zor anlar ve izah ederiz!
Moğollar’ın Türkistan’a Otrar Oğuz bölgesinden girmeleri çok anlamlıdır. Çünkü Cengiz Han’ın ordusunda da henüz Müslüman olmamış birçok Oğuz ve Kıpçak unsurlar bulunuyordu. Bir bakıma Otrar ile başlayan Türkistan katliamını Oğuz’un, Oğuz veya Kıpçak’a kırdırılması şeklinde anlamamız gerekiyor. Moğollar en büyük direnişi de burada görmüşlerdir. Bu bölgeyi atlayarak Türkistan’a girmeleri elbette intihardı; çünkü o zaman Orhun Türkistan Oğuzları’nın eline geçecekti! Çok iyi bir asker olan Cengiz Han elbette bu hususu iyi biliyordu! Zaten onun ölümünden sonra Moğol sürülerinin Türkistan’da Çağatay, İran’da İlhan, Kıpçak’da nasıl Tatar’a dönüşüp Moğolluğun buharlaştığını bugün daha iyi anlamaktayız.
Moğol istilasının başladığı Otrar (esk adı Farab), Yengikend, Cend, Sayram, Havara, Savran, Yesi, Teke bölge ve şehirlerinin üç aşağı beş yukarı aynı bölgeyi işaretlediğini olay tarihçilerinin anlatımlarından görmekteyiz. Fakat açılımlarını ancak B. Öğel gibi kültür tarihçileri ile Barthold gibi siyaset tarihçilerden öğreniyoruz! Zeki Velidi’nin Karaman Oğuzları ( Umumî Türk Tarihine Giriş) ile ilgili masalları ile yeni âlimlerin (Fuat Bozkurt, Türkler’in Dini, Cem Yayınevi, İstanbul 1995-2003) Savran Oğuzları efsanelerini ancak böyle anlamlandırabiliriz. Bu iki aşiretin Yesevi ile ilgili masallarını iyi incelemek ve buradan sonraki devirler için anlamlar çıkarmak zorundayız. Hiç aklımızdan çıkmaması gereken husus hangi lehçede olursa olsun bugünkü Türkçe Yesevî zamanı Oğuz Türkçesi ile ancak izah edilmektedir. (Ögel, V/s.59 Oğuz ili, köçib, çeküb, yürümedük yol bar mu?/Üyün tutup, olturmaduk yurt bar mu? atasözü zamanının Oğuz Türkçesinin ne kadar duru olduğunu ispata yetmez mi? (Ögel, I/s.5). Bu söz o zaman yaylak-kışlak hayatı yaşayan, konar-göçer kültürün üründür; ne yazık ki bugün bile ilim bu yüksek kültürü çok basite indirgemektedir. Ögel Hoca kaynak olarak kullandığımız eserinin ilk cildinde Cend ve Yengikend’den başlayarak Türkistan Oğuz bölgesinin kültür anatomisini pek güzel bir tarzda ortaya koymuştur. Konu ile ilgili Uygurlar’ı ifade eden Çin kaynakları da evvelki yazıda ortaya koyduğumuz gibi aynı hususları doğrulamaktadır. Hatta Göktürkler devrine ait aynı anlamda bilgileri VII-X arası Tang Tarihi belgelerinde de bulabiliyoruz. (İ.Togan-G.Kara-C.Baysal, Eski T’ang Tarihi-Chiu T’ang-shu, TTK,Ankara 2006). Ne yazık ki bu kültürün aksül amelini Selçuklu Oğuz yaşantısının her yanında görmemiz kabilken siyasi tezahürleri bire bir fark edemiyoruz. İşte en büyük eksikliklerden biri de budur. (Devam edeceğiz.)
Serinin ilk yazıları:
- AHMET YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VIII – 22 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VII – 12 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ VI – 7 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ V – 2 Mayıs 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ IV – 27 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ III – 24 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ II – 21 Nisan 2016
- AHMED YESEVÎ VE TÜRK AŞÎRET YAPISINA GİRİŞ – 20 Nisan 2016